Bu kızlar kurban değil, onlar birer
kahraman…
Deniz Gamze Ergüven’in ilk uzun metrajlı filmi Mustang, Türkiye’deki kadınların, özellikle genç kızların yaşadığı baskıları ele alıyor. Fransız-Alman-Türk ortak yapımı olan film, annesini ve babasını kaybettikten sonra amcaları ve babaanneleriyle Kastamonu’da yaşayan beş kız kardeşin, tek bir olayla hayatlarının nasıl değiştiğini anlatıyor. Filmde, özgürlükleri için savaşan Mustang kızlarının hayatları masalsı bir şekilde beyaz perdeye yansıtılıyor.
Deniz Gamze Ergüven’in ilk uzun metrajlı filmi Mustang, Türkiye’deki kadınların, özellikle genç kızların yaşadığı baskıları ele alıyor. Fransız-Alman-Türk ortak yapımı olan film, annesini ve babasını kaybettikten sonra amcaları ve babaanneleriyle Kastamonu’da yaşayan beş kız kardeşin, tek bir olayla hayatlarının nasıl değiştiğini anlatıyor. Filmde, özgürlükleri için savaşan Mustang kızlarının hayatları masalsı bir şekilde beyaz perdeye yansıtılıyor.
Filmin başrollerinde Güneş Nezihe Şensoy, Doğa Zeynep Doğuşlu, Elit İşcan, Tuğba Sunguroğlu, İlayda Akdoğan, Nihal Koldaş ve Ayberk Pekcan yer alıyor. Filmin yönetmeni ve senaristi ise, Deniz Gamze Ergüven.
Her şey beş kız kardeşin okul çıkışı
denizde erkek arkadaşlarıyla oynadıkları masum bir oyunla başlıyor. Bu oyun
kasaba halkı tarafından edepsizlik olarak yorumlanıyor ve beş kız kardeşin
hayatı bu noktadan sonra, onları bir an önce evlendirmeyi hedefleyen tutucu
zihniyetin etkisi altına giriyor.
Kendi ayakları üzerinde duran kadınlar…
Mustang, her şeyden önce bir başkaldırının,
yaşanan her türlü baskıya karşı direnmenin öyküsü. Filmde hüznün yanında
umut dolu bir haykırış da var. İnebolu’da yaşayan beş yetim kız kardeş, erkek
arkadaşlarıyla oynadıkları oyunla birlikte kasaba halkı tarafından çok çirkin
muamelelerle karşılaşıyorlar. Kızların bu oyunla birlikte hayatları hiç düşünemeyecekleri
kadar değişiyor ve girdikleri tatil onlara ev hapsi oluyor. Evin pencerelerinde
yükselen demir parmaklıklar, komşu kadınların verdikleri ev hanımlığı dersleri,
çirkin giysiler ve sonucunda görücü usulü ile evlendirilen kızlar…
Karşılaştıkları bu durumdan sonra her biri farklı biçimde direnmeye ve
özgürlükleri için savaşarak çıkış yolları aramaya başlıyor. Baskı altında
yetişen kızlar; uzun saçları, bitmek tükenmek bilmeyen enerjileri, boyun
eğmeyen ve her şeyi sorgulayan halleriyle hırçın tay gibiler…
Bu kadar sert bir hikâye ancak bu kadar
masalsı anlatılabilirdi
Birçok kadın meselesine değinen Mustang, bu kadar sert olan bir hikâyede, konunun işleniş biçimiyle ve kızların birbirleriyle olan güçlü ilişkisiyle seyirciyi çok sarsmadan etkilemeyi başarıyor. Filmde hüzün ile yan yana umut hikâyeyi yumuşatıyor.
Deniz Gamze Ergüven, filmde beş bacaklı
ve beş kafalı tek bir karakter oluşturmak istiyor. Bu yüzden kız kardeşler
arasında net olarak karakter değişikliği göremiyoruz veya değişikliği bulma
seyirciye bırakılıyor.
Kadını, kadın anlatmalı
Mustang filminde kadının gücünü ve başkaldırısını görüyoruz, bu tür filmler çoğaltılmalı ve kadını, kadın anlatmalı. Filmin yönetmeni ve senaristi Deniz Gamze Ergüven, dünya sinemasının güçlü kadın figürlerine ihtiyacı olduğunu belirtti ve ekledi: “Erkeklerin gözünden anlatılan kadın figürleri artık yeterli olmuyor, çünkü erkeklerin gözünden anlatılan kadınlar sürekli obje olarak gösteriliyor.”
Amerikan Sineması’nda
da, Fransız Sineması’nda da, sanat tarihinde de, sinema tarihinde de güçlü
kadın figürleri yok ve kadınları hep erkek gözünden görüyoruz. O yüzden bu film
yarattığı farklı bakış açısıyla da iyi bir örnek oluyor.
Filmin seveni olduğu kadar sevmeyeni de çok… Bu da geleneksel yapının olumsuz bir şekilde gösterilmesinden kaynaklanıyor. Aslında bizler gerçeklerle yüzleşmek istemiyoruz ve korkuyoruz. Bu filmde gösterilen hikâye, röportaj sırasında filmin oyuncularından Güneş Nezihe Şensoy’unda belirttiği gibi, sadece Türkiye’nin değil insanlığın karanlık tarafı. Evrensel bir noktaya dokunuyor ve bu yüzden de Cannes’da birçok değişik ülkenin distribütörleri tarafından “Biz sizin filminizi kendi ülkemizde de göstereceğiz” şeklinde geri dönüşler almış.
Filme bir diğer eleştiri de Fransa’dan
Oscar adayı olması. Fransız-Alman-Türk ortak yapımı olan film, Türkiye adına
aday olmak için de başvuru yapmış, fakat Türkiye’deki seçici kurul Venedik Film
Festivali’nde Jüri Özel Ödülü’nü kazanan Kaan Müjdeci imzalı Sivas filmini
Oscar’a yollamaya karar vermiş. Bu konuda sahipsiz kaldığını düşünen Ergüven,
Fransa’nın filmimin arkasında durduğunu belirtti.
Film, adını Kuzey Amerika’nın uçsuz
bucaksız çayırlarında koşturan vahşi atlardan alıyor. Vahşi atlar gibi uzun
saçları ve özgür bedenleriyle kadın olma yolunda ilerleyen beş kız kardeşin
hikâyesi, Mustang…
88. Oscar ödülleri adayı Mustang filminin iki oyuncusu, Sonay
karakterini canlandıran İlayda Akdoğan ve Lale karakterini canlandıran Güneş
Nezihe Şensoy ile keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.
İlayda Akdoğan (Sonay): Teklif ajansımdan geldi.
Güneş Nezihe Şensoy
(Lale): Bir cast ajansına
kayıtlıydım. Oradan aradılar ve seçmeler olacağını söylediler. Yönetmen ile
tanışmadan önce senaryoyu okumamıştım. Daha sonra okudum ve çok sevdim.
Kızların verdiği tepkiler çok hoşuma gitti, çünkü çok doğaldılar ve ben olsam,
ben de böyle yapardım dediğim şeylerdi.
“Gerçekten aramızda
farklı bir bağ oluştu, gerçek bir bağ”
Sizce neden sizi
seçtiler?
İlayda: Bu aslında
aramızdaki kimyadan kaynaklanıyor. Gerek görünüşümüzün benzerliği, gerek
aramızdaki enerji. Deniz hep beş bacaklı ve beş kafalı bir figür oluşturmak
istemiş ve biz bir araya geldiğimizde de her şeyin yerine oturduğunu söylüyor.
Buna katılıyorum, çünkü ajansa hemen gidip sonrasında Mustang’e
seçilmedim. Farklı farklı kızlarla bir araya geldik ve bu süreç çok uzun sürdü.
Bu sırada Deniz çok farklı kombinasyonlar yapıyormuş, biz habersizdik tabii.
Gerçekten aramızda farklı bir bağ oluştu, gerçek bir bağ.
Güneş: Yönetmenimiz daha önce
deneyimimiz olup olmamasını dikkate almadan seçmeleri yaptı. Bizlerdeki
oyunculuk potansiyelini ve hayal gücünü gördüğünü söyledi, bu yüzden bize
güvenip bu rolleri verdi. Tabii biz de ona bu konuda güvendiğimiz için çok
rahat ve sevgi dolu bir ortam oluştu.
Mustang nasıl karakterli kadınları anlatıyor?
İlayda: Bu filmde kadınlar kurban değil,
kahramanlar. Ben senaryoyu ilk okuduğumda verdikleri tepkileri, buldukları her
delikten kaçmaya çalışmalarını çok sevmiştim. Bu kızlar çok güçlü karakterler.
Özgürlükleri uğruna savaşmaktan çekinmiyorlar, kaçmıyorlar.
Güneş: Kadınları mağdur olarak değil, kahraman
olarak anlatıyor. Güçlü, dik başlı, cesur ve istediği şey için savaşan
kadınları anlatıyor.
Oynadığınız rolde
kendinizden bir şeyler buldunuz mu?
İlayda: Çok şey! Sonay'da benim gibi
özgürlüğüne düşkün ve kural tanımaz bir kız. Aynı zamanda önüne gelen durumları
kendisi için fırsata çeviriyor. Ben de öyleyim. Bir durumdan memnun
olmadığımda, bunu fırsata çevirecek bir yer ararım kendime.
Güneş: Lale’ye benziyorum ama farklı
yönlerimiz de var. Ben de Lale gibi başkaldıran ve inatçı biriyim. Haksızlığa hiç
gelemem ve Lale’nin onlara yapılan haksızlıklara verdiği tepkiler, benim için
çok doğaldı. Ama onun gibi ağaçlara tırmanıp, toprakla oynayan biri değilim. O
konuda biraz fazla titizimdir, ama filmin gerektirdiğini de yaptım.
Filmin bu kadar ödül
alıp başarılı olmasının sırrı nedir?
İlayda: Bence bunun sebebi, filmin sadece
Türkiye ile sınırlı bir konusunun olmaması. Çünkü bu evrensel bir konu. Erkek
egemen toplum, çocuk evliliği, taciz, tecavüz dünyanın her yerindeki
sıkıntılar. Bu yüzden gittiğimiz yerlerde filmin gösteriminden sonra Afrika’da
yaşayan bir kadın da, Çin’de yaşayan bir kadın da ya da Amerika’da yaşayan bir
adamda gelip, bu beş kızın öyküsüne ortak olabiliyor. Aslında hepimiz aynı
dertten mustaribiz.
Filmde en
etkilendiğiniz sahne hangisi?
İlayda: En çok etkilendiğim sahnelerden
biri maç sahnesiydi. Daha doğrusu, benim en sevdiğim sahne. Kızların o
hapishaneden kaçmış olmalarına çok mutlu oluyorum ve öyle eğleniyorlar ki,
çekmesi de çok eğlenceliydi, izlemesi de hala çok eğlenceli. Ama etkilendiğim sahnelerden
birisi, Ece'nin yemek masasında kızlara şakalar yapması ve arkadan gelen “kadın
iffetli olacak” konuşmasının olduğu sahne. Ha bir de son sahne! Lale'nin o
otobüste uyurken rüyasında bizim, Yasin'in kamyonetinin üstündeki hallerimizi
görmesi.
Güneş: Nur ve Lale’nin yatakta yüzdüğü sahneyi çok seviyorum, çünkü çok duygusal bir sahne. Hem üzücü, hem umut dolu. Dışarı çıkamıyorlar, ama çok güçlüler ve mutlu olmaya çalışıyorlar. Bu da bence sahneye çok güzel bir hava katıyor. İlk izlediğimde, sevineyim mi üzüleyim mi bilemediğim bir sahne.
Güneş: Nur ve Lale’nin yatakta yüzdüğü sahneyi çok seviyorum, çünkü çok duygusal bir sahne. Hem üzücü, hem umut dolu. Dışarı çıkamıyorlar, ama çok güçlüler ve mutlu olmaya çalışıyorlar. Bu da bence sahneye çok güzel bir hava katıyor. İlk izlediğimde, sevineyim mi üzüleyim mi bilemediğim bir sahne.
5 kız kardeşin gerçek hayatta uyumu nasıl?
İlayda: Ne görünüyorsa o, desem yeridir.
Birbirimizi çok seviyoruz, bazen de birbirimize sinir oluyoruz. Yani gerçekten
kardeş gibiyiz. Birlikte olduğumuz zamanlar, günün sonunda hatta tüm gün
boyunca durmadan dip dibeyiz, her dakika bu kimin ayağı bu kimin bacağı
modundayız. En güzeli de WhatsApp’dan, Snapchat’den ne kadar konuşuyor olsak
da, her bir araya gelişimizde bu halimizden bir şey kaybetmeyişimiz. Mesela
Oscar’dan önce Amerika’daydık. Döndük ve bir hafta İstanbul'da durduk, sonra
Amerika’ya geri gittik. Bir hafta sonra bile, sanki bir yıl görüşmemiş
gibiydik.
Güneş: Gerçek hayatta da tamamen kardeş
gibiyiz. Hep sevgiyle birbirimize sarılıyoruz ve birbirimizi sık sık arıyoruz,
konuşuyoruz. Böyle bir ilişkimiz olduğu için çok mutluyum ve film bittikten
sonra da kopmamış olmamız, hala konuşuyor ve görüşüyor olmamız beni çok mutlu
ediyor. Hepimiz bir araya geldiğimizde sanki hiç zaman geçmemiş gibi hemen
gülüşmeye başlıyoruz.
“Hepimiz sarılıp
mutluluktan ağladık”
Cannes Film
Festivali’ndeki duygularınızı anlatır mısınız?
İlayda: Çok klişe olacak biliyorum, ama
anlatılmaz yaşanır muhabbeti var ya, işte o! Muhteşemdi. Öyle şanslıydık ki! İlk
kez yurtdışına çıkmıştım onun da ayrı bir heyecanı vardı tabii. Salonda
seyirciler de bizimle birlikte yaşıyorlardı resmen filmi. Hep beraber
gülüyorduk, hep beraber ağlıyorduk. Zaten ilk sahneye çıktığımızda öyle bir
kalabalık alkışlıyordu ki, titreye titreye bir hal oldum, hep el ele
tutuşuyorduk. Film başlayana kadar tüm gün zaten saat sayıyorduk, filmi
izlememize beş saat kaldı, son otuz dakika falan diye. Oturduk ve filmin daha
ilk başlangıcında gelen çizgiler var ya hani, ben orada ağlamaya başladım
resmen ve dedim ki: “Çüş İlayda, bu böyle devam edemez.” Kendimi topladım ama
senaryoyu hiç bilmiyormuş gibi sahnelerde korkuyorum, panik oluyorum, yaşadım
yani tekrardan. En sonunda zaten hüngür hüngür ağlıyorduk hepimiz. Seyirciler
öyle bir alkışlıyordu ki, daha da ağlıyordum. Çünkü hem yaptığımız işle,
olduğumuz yerle ve en önemlisi de hepimizle çok gurur duyuyordum. Tam ağlamam
bitti dedim, arkamı bir dönünce üst balkonda da bir alkış kıyameti koptuğunu
görünce, bir daha başladım ağlamaya.
Güneş: Filmi ilk kez Cannes Film
Festivali’nde izlemiştik ve film bittikten sonra insanlar on dakika ayakta
alkışladılar. Çok duygusaldı. Bir dakika gülüp, bir dakika ağlıyorduk. O an
rüya gibiydi. Ayrıca ilk defa kırmızı halıda yürümüştük ve gittiğimiz ilk
festival olduğu için bizim için unutulamaz bir deneyimdi.
“Farklı fikirleri görüp üzerine düşünmek hoşuma gidiyor”
Gerçekleştirmek istediğiniz hayaliniz var mı?
İlayda: Hayalden bol bir şeyim yok ki!
Oyunculukla alakalı çok hayalim var. Öylesine bir oyuncu olmak istemiyorum.
Toplumun sıkıntılarını, sorunlarını aktaracak sosyal içerikli işlerde yer almak
istiyorum. Ben izlediğim filmlerin hep ufkumu geliştirdiğini düşünüyorum. Her
yeni film, her yeni kitap, bir köşe yazısı, yeni bir şey. Farklı fikirleri
görüp üzerine düşünmek hoşuma gidiyor. Benim de yer aldığım işler insanların
ufkunu açsın, insanları harekete geçirsin, bir farkındalık yaratsın istiyorum.
Bunun dışında kendi sosyal sorumluluk projelerimi yürütmek istiyorum.
Güneş: Oyunculuğa devam etmek istiyorum.
Ayrıca üniversitede Psikoloji okumak istiyorum. İleride bununla ilgili şeyler
yapma hayalim var.
“Mustang gibi toplum
sorunlarından bahseden sosyal içerikli filmlerde olmak istiyorum”
İleriki projelerde nasıl karakterlerde
oynamak istersiniz? Ayrıca, bir dizi çekiminden bahsetmiştin İlayda, onunla
ilgili de birkaç tüyo verebilir misin?
İlayda: Evet! Artık bununla ilgili
konuşabilirim. Show TV’nin yeni dizisi Oyunbozan‘da Eylül
karakterini canlandıracağım. Ailesinden yeteri kadar ilgi göremeyen, masum ve
haşin bir ergeni izleyeceğiz. Tek istediği ilgi. Dizinin dışında ileriki
rollerim için isteğim, farklı şeyler denemek. Aynı karakterlerde olmak
istemiyorum hep. Bir de Mustang gibi toplum sorunlarından
bahseden, sosyal içerikli filmlerde olmak istiyorum. İnsanlara birilerinin bir
şeyleri duyurması lazım, bunun için de bana göre en güzel yol sanat. Bu yüzden,
bu imkanı sonuna kadar kullanmak istiyorum.
Güneş: Fantastik dizileri seviyorum.
Öyle bir şey olabilir.
Size göre filmde vurgulanan önemli
nokta nedir?
İlayda: Bu kızların kurban değil birer
kahraman olmaları. Bir de özgürlük için her şeyi yapmaya değer.
Güneş: En küçük kardeşin yaşadıklarından
ders çıkarıp özgürlüğe kaçışı.
“Çok üzülüp çabuk
unutuyoruz”
Sizce Deniz Gamze Ergüven neden böyle bir hikâye seçmiş?
İlayda: Birileri bunu anlatmalı, birileri
bir şeyler yapmalıydı çünkü. Sinemanın bambaşka bir dili var ve bu olan biteni
sinema yoluyla harmanlayıp izleyiciye iletmek çok başka bir şey. Her zaman
etrafımızda olan bitene üzülüyoruz ama ülkece unutma sorunumuz var. Çok üzülüp
çabuk unutuyoruz. Bu, belki de milyon tane olayı peş peşe yaşıyor oluşumuzdan
da kaynaklanıyordur. Ama yaşananlar Mustang gibi anlatıldığı
zaman işte o zaman ayakkabınızın içine bir taş giriyor ve bir daha asla rahat
edemiyorsunuz.
Filmin bu kadar ödül almasını bekliyor muydunuz?
İlayda: Açıkçası Mustang’den
önce festivallerle alakalı çok fazla bir bilgim yoktu. Bir film bir noktaya
kadar gidebilir ama en fazla nereye kadar gidebilir diye düşünüyordum. Cannes’ı
duyduğum zaman bile kulaklarıma inanamamıştım. Senaryoya, Deniz’e, kızlara, ekibe
her zaman güveniyordum evet, ama gerçekten bizim İnebolu’da çektiğimiz
filmimizin yüzlerce şehir gezip, binlerce insana ulaşacağını
beklemiyordum.
Sizce Mustang neden
tam olarak Türk izleyicisiyle bütünleşemedi?
İlayda: Türkiye'de iki ayrı kutup var.
Seyirci ya bayıldı, ya da nefret etti. Buna net bir açıklama getirmek çok zor.
Kimisine hitap etmemiştir, kimisine eksik, kimisine fazla gelmiştir. Kimisi
için de yüzleşmek zor olmuştur. Olup biteni bilmemek her zaman en kolayı. Şey
gibi: “Ben bakmıyorum artık haberlere, izlemiyorum artık, sonra çok
üzülüyorum.” Belki de bilmemek, yüzleşmemek istemişlerdir. Herkesin kendince
mutlaka farklı bir bakış açısı vardır, ondan genel bir yargı yok bence.
Güneş: Öncelikle, bu tür filmlerin
gösterim için salon bulma sorunu var. Sınırlı sayıda kopya ile sınırlı sayıda
salonda gösterim yapılması en önemli etken. Ancak Oscar adaylığı gündeme
geldikten sonra tekrar gösterime girmesi ile ilgi arttı.
“Film, Türkiye’nin değil insanlığın karanlık tarafı ve bunu ne kadar çok insana gösterirsek o kadar iyi”
Film yurtdışında
Türkiye’nin kötü tanıtılması gibi bir şeye yol açıyor mu?
İlayda: Hayır, buna hiç katılmıyorum.
Türkiye’de bunlar oluyor ve buna gözümüzü kapatamayız. Şu sıralar, hele ki
çocuk tacizi, tecavüzü ne kadar arttı, her gün yeni bir haber okuyoruz. Ne
yapalım? Olan olmuş artık deyip geçelim mi bu haberleri? Bizim filmimizde olup
bitenler de ülkemizde maalesef ki yaşanıyor. Bir tek bizim ülkemizde de değil,
dünyanın her yanında yaşanıyor. Kötü yanları sır gibi saklayıp, sadece iyiyi
hoşu insanlara sunamayız, çünkü dünya maalesef ki sadece iyilikten ibaret değil.
Güneş: Bunu söyleyenleri duydum, ama
filmin amacı Türkiye’yi yurt dışında kötü göstermek değil. Bunu durdurmak ve
bilinç oluşturmak. Ayrıca bu bir belgesel değil, olanları %100 aynı anlatma
gibi bir zorunluluğu da yok. Film, Türkiye’nin değil insanlığın karanlık tarafı
ve bunu ne kadar çok insana gösterirsek o kadar iyi. Film sadece hikâyesini
anlatıyor ve insanlara güzel bir mesaj veriyor.
“Sanki hepimizin ayrılışında tek
tek kolu bacağı kopuyor gibi hissediyorum’’
Beş kız kardeşten Lale hariç hiç birinin belirgin özelliği ve karakter derinliği yok, bunun nedeni nedir?
İlayda: Aslında beş kız beş farklı
kişiliği temsil ediyor. Kişilik olarak da baskınlık ve çekingenliği göz önünde
bulundurunca, hepsinin karakter derinliğini çıkartabiliyorsunuz. Bir de bana
göre her şey de çok net verilmeyip, seyirci de olayın içine katılmalı. Bizim
filmde de gözlemlerinizle kızların karakterlerini anlayabiliyorsunuz. Lale’nin
bu kadar net karakterini çözebilmemizin sebebi, aslında Lale’nin en küçük oluşu
ve her şeye şahit oluşundan da kaynaklanıyor. Ben filmi her izlediğimde
Lale’nin başından sonuna kadar olan büyüyüşüne şahit oluyorum. Bu beni
gerçekten çok etkiliyor, çünkü sıra Lale’ye gelene kadar Lale bir sürü şeye
şahit oluyor. Farklı karakterdeki ablalarının olaylara verdikleri farklı
tepkileri görüyor ve en sonda Lale aslında sadece kendisi ve Nur için bir savaş
vermiyor. Bu savaş hepimiz için… Sanki hepimizin ayrılışında tek tek kolu
bacağı kopuyor gibi hissediyorum ben hep ve Lale şahit olduklarıyla büyüyor.
Hepsi için de yapması gerekenlerin sorumluluğunun farkında olarak işe koyuluyor.
Güneş: Biliyorsunuz senarist ve yönetmen aynı
kişi. Sanıyorum küçük kardeşin diğerlerinin yaşadıklarından ders almasını ve
bir umutla filmi bitirmek istedi. Onun için de, Lale’yi daha mücadeleci ve
içinde bulunduğu ortamdan kurtulmak için çözüm üreten bir karakter olarak
oluşturdu.
“Bu kadar sert bir hikâye ancak bu
kadar masalsı anlatılabilirdi”
Eğer konu bu kadar sert olmasaydı, yine
de bu kadar başarılı olabilir
miydi?
İlayda: Konuyu ele alış yönüyle alakalı
bence bu. Konu daha hafif olsaydı ve Deniz bunu değişik bir şekilde işleseydi,
belki yine başarıyı yakalayabilirdi. Ama o zaman izleyenleri ne derecede
etkilerdi, bunu bilemediğim için net bir sonuca varamıyorum.
Güneş: Konu insanların bilmediği bir şey
değil. Konunun işleniş biçimi, bir masal gibi anlatılması ve
kızların güçlü ilişkisi sayesinde seyirciyi etkiliyor. Bu kadar sert bir hikâye
ancak bu kadar masalsı anlatılabilirdi. Bunun hakkında başka filmler de var. Bence
film tam kıvamında. Her şey tam tadında bırakılmış, aşırılıktan kaçılmış. Bu da
başarıyı getirmiş.
Yorumlar
Yorum Gönder