Ana içeriğe atla

Mustang



Bu kızlar kurban değil, onlar birer kahraman…
Deniz Gamze Ergüven’in ilk uzun metrajlı filmi Mustang, Türkiye’deki kadınların, özellikle genç kızların yaşadığı baskıları ele alıyor. Fransız-Alman-Türk ortak yapımı olan film, annesini ve babasını kaybettikten sonra amcaları ve babaanneleriyle Kastamonu’da yaşayan beş kız kardeşin, tek bir olayla hayatlarının nasıl değiştiğini anlatıyor. Filmde, özgürlükleri için savaşan Mustang kızlarının hayatları masalsı bir şekilde beyaz perdeye yansıtılıyor.

Filmin başrollerinde Güneş Nezihe Şensoy, Doğa Zeynep Doğuşlu, Elit İşcan, Tuğba Sunguroğlu, İlayda Akdoğan, Nihal Koldaş ve Ayberk Pekcan yer alıyor. Filmin yönetmeni ve senaristi ise, Deniz Gamze Ergüven.

Her şey beş kız kardeşin okul çıkışı denizde erkek arkadaşlarıyla oynadıkları masum bir oyunla başlıyor. Bu oyun kasaba halkı tarafından edepsizlik olarak yorumlanıyor ve beş kız kardeşin hayatı bu noktadan sonra, onları bir an önce evlendirmeyi hedefleyen tutucu zihniyetin etkisi altına giriyor.

Kendi ayakları üzerinde duran kadınlar…
Mustang, her şeyden önce bir başkaldırının, yaşanan her türlü baskıya karşı direnmenin öyküsü. Filmde hüznün yanında umut dolu bir haykırış da var. İnebolu’da yaşayan beş yetim kız kardeş, erkek arkadaşlarıyla oynadıkları oyunla birlikte kasaba halkı tarafından çok çirkin muamelelerle karşılaşıyorlar. Kızların bu oyunla birlikte hayatları hiç düşünemeyecekleri kadar değişiyor ve girdikleri tatil onlara ev hapsi oluyor. Evin pencerelerinde yükselen demir parmaklıklar, komşu kadınların verdikleri ev hanımlığı dersleri, çirkin giysiler ve sonucunda görücü usulü ile evlendirilen kızlar… Karşılaştıkları bu durumdan sonra her biri farklı biçimde direnmeye ve özgürlükleri için savaşarak çıkış yolları aramaya başlıyor. Baskı altında yetişen kızlar; uzun saçları, bitmek tükenmek bilmeyen enerjileri, boyun eğmeyen ve her şeyi sorgulayan halleriyle hırçın tay gibiler…

Bu kadar sert bir hikâye ancak bu kadar masalsı anlatılabilirdi

Birçok kadın meselesine değinen 
Mustang, bu kadar sert olan bir hikâyede, konunun işleniş biçimiyle ve kızların birbirleriyle olan güçlü ilişkisiyle seyirciyi çok sarsmadan etkilemeyi başarıyor. Filmde hüzün ile yan yana umut hikâyeyi yumuşatıyor.
Deniz Gamze Ergüven, filmde beş bacaklı ve beş kafalı tek bir karakter oluşturmak istiyor. Bu yüzden kız kardeşler arasında net olarak karakter değişikliği göremiyoruz veya değişikliği bulma seyirciye bırakılıyor.

Kadını, kadın anlatmalı

Mustang
 filminde kadının gücünü ve başkaldırısını görüyoruz, bu tür filmler çoğaltılmalı ve kadını, kadın anlatmalı. Filmin yönetmeni ve senaristi Deniz Gamze Ergüven, dünya sinemasının güçlü kadın figürlerine ihtiyacı olduğunu belirtti ve ekledi: “Erkeklerin gözünden anlatılan kadın figürleri artık yeterli olmuyor, çünkü erkeklerin gözünden anlatılan kadınlar sürekli obje olarak gösteriliyor.”
Amerikan Sineması’nda da, Fransız Sineması’nda da, sanat tarihinde de, sinema tarihinde de güçlü kadın figürleri yok ve kadınları hep erkek gözünden görüyoruz. O yüzden bu film yarattığı farklı bakış açısıyla da iyi bir örnek oluyor.

Filmin seveni olduğu kadar sevmeyeni de çok… Bu da geleneksel yapının olumsuz bir şekilde gösterilmesinden kaynaklanıyor. Aslında bizler gerçeklerle yüzleşmek istemiyoruz ve korkuyoruz. Bu filmde gösterilen hikâye, röportaj sırasında filmin oyuncularından Güneş Nezihe Şensoy’unda belirttiği gibi, sadece Türkiye’nin değil insanlığın karanlık tarafı. Evrensel bir noktaya dokunuyor ve bu yüzden de Cannes’da birçok değişik ülkenin distribütörleri tarafından “Biz sizin filminizi kendi ülkemizde de göstereceğiz” şeklinde geri dönüşler almış.
Filme bir diğer eleştiri de Fransa’dan Oscar adayı olması. Fransız-Alman-Türk ortak yapımı olan film, Türkiye adına aday olmak için de başvuru yapmış, fakat Türkiye’deki seçici kurul Venedik Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü’nü kazanan Kaan Müjdeci imzalı Sivas filmini Oscar’a yollamaya karar vermiş. Bu konuda sahipsiz kaldığını düşünen Ergüven, Fransa’nın filmimin arkasında durduğunu belirtti.
Film, adını Kuzey Amerika’nın uçsuz bucaksız çayırlarında koşturan vahşi atlardan alıyor. Vahşi atlar gibi uzun saçları ve özgür bedenleriyle kadın olma yolunda ilerleyen beş kız kardeşin hikâyesi, Mustang…

88. Oscar ödülleri adayı Mustang filminin iki oyuncusu, Sonay karakterini canlandıran İlayda Akdoğan ve Lale karakterini canlandıran Güneş Nezihe Şensoy ile keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.

Size film teklifi nasıl geldi?
İlayda Akdoğan (Sonay): Teklif ajansımdan geldi.
Güneş Nezihe Şensoy (Lale): Bir cast ajansına kayıtlıydım. Oradan aradılar ve seçmeler olacağını söylediler. Yönetmen ile tanışmadan önce senaryoyu okumamıştım. Daha sonra okudum ve çok sevdim. Kızların verdiği tepkiler çok hoşuma gitti, çünkü çok doğaldılar ve ben olsam, ben de böyle yapardım dediğim şeylerdi.

“Gerçekten aramızda farklı bir bağ oluştu, gerçek bir bağ”

Sizce neden sizi seçtiler?
İlayda: Bu aslında aramızdaki kimyadan kaynaklanıyor. Gerek görünüşümüzün benzerliği, gerek aramızdaki enerji. Deniz hep beş bacaklı ve beş kafalı bir figür oluşturmak istemiş ve biz bir araya geldiğimizde de her şeyin yerine oturduğunu söylüyor. Buna katılıyorum, çünkü ajansa hemen gidip sonrasında Mustang’e seçilmedim. Farklı farklı kızlarla bir araya geldik ve bu süreç çok uzun sürdü. Bu sırada Deniz çok farklı kombinasyonlar yapıyormuş, biz habersizdik tabii. Gerçekten aramızda farklı bir bağ oluştu, gerçek bir bağ.
Güneş: Yönetmenimiz daha önce deneyimimiz olup olmamasını dikkate almadan seçmeleri yaptı. Bizlerdeki oyunculuk potansiyelini ve hayal gücünü gördüğünü söyledi, bu yüzden bize güvenip bu rolleri verdi. Tabii biz de ona bu konuda güvendiğimiz için çok rahat ve sevgi dolu bir ortam oluştu.

Mustang nasıl karakterli kadınları anlatıyor? 
İlayda: Bu filmde kadınlar kurban değil, kahramanlar. Ben senaryoyu ilk okuduğumda verdikleri tepkileri, buldukları her delikten kaçmaya çalışmalarını çok sevmiştim. Bu kızlar çok güçlü karakterler. Özgürlükleri uğruna savaşmaktan çekinmiyorlar, kaçmıyorlar.
Güneş: Kadınları mağdur olarak değil, kahraman olarak anlatıyor. Güçlü, dik başlı, cesur ve istediği şey için savaşan kadınları anlatıyor.

Oynadığınız rolde kendinizden bir şeyler buldunuz mu?
İlayda: Çok şey! Sonay'da benim gibi özgürlüğüne düşkün ve kural tanımaz bir kız. Aynı zamanda önüne gelen durumları kendisi için fırsata çeviriyor. Ben de öyleyim. Bir durumdan memnun olmadığımda, bunu fırsata çevirecek bir yer ararım kendime.
Güneş: Lale’ye benziyorum ama farklı yönlerimiz de var. Ben de Lale gibi başkaldıran ve inatçı biriyim. Haksızlığa hiç gelemem ve Lale’nin onlara yapılan haksızlıklara verdiği tepkiler, benim için çok doğaldı. Ama onun gibi ağaçlara tırmanıp, toprakla oynayan biri değilim. O konuda biraz fazla titizimdir, ama filmin gerektirdiğini de yaptım.

Filmin bu kadar ödül alıp başarılı olmasının sırrı nedir?
İlayda: Bence bunun sebebi, filmin sadece Türkiye ile sınırlı bir konusunun olmaması. Çünkü bu evrensel bir konu. Erkek egemen toplum, çocuk evliliği, taciz, tecavüz dünyanın her yerindeki sıkıntılar. Bu yüzden gittiğimiz yerlerde filmin gösteriminden sonra Afrika’da yaşayan bir kadın da, Çin’de yaşayan bir kadın da ya da Amerika’da yaşayan bir adamda gelip, bu beş kızın öyküsüne ortak olabiliyor. Aslında hepimiz aynı dertten mustaribiz.
 

Filmde en etkilendiğiniz sahne hangisi?
İlayda: En çok etkilendiğim sahnelerden biri maç sahnesiydi. Daha doğrusu, benim en sevdiğim sahne. Kızların o hapishaneden kaçmış olmalarına çok mutlu oluyorum ve öyle eğleniyorlar ki, çekmesi de çok eğlenceliydi, izlemesi de hala çok eğlenceli. Ama etkilendiğim sahnelerden birisi, Ece'nin yemek masasında kızlara şakalar yapması ve arkadan gelen “kadın iffetli olacak” konuşmasının olduğu sahne. Ha bir de son sahne! Lale'nin o otobüste uyurken rüyasında bizim, Yasin'in kamyonetinin üstündeki hallerimizi görmesi.                             
Güneş: Nur ve Lale’nin yatakta yüzdüğü sahneyi çok seviyorum, çünkü çok duygusal bir sahne. Hem üzücü, hem umut dolu. Dışarı çıkamıyorlar, ama çok güçlüler ve mutlu olmaya çalışıyorlar. Bu da bence sahneye çok güzel bir hava katıyor. İlk izlediğimde, sevineyim mi üzüleyim mi bilemediğim bir sahne.

5 kız kardeşin gerçek hayatta uyumu nasıl? 
İlayda: Ne görünüyorsa o, desem yeridir. Birbirimizi çok seviyoruz, bazen de birbirimize sinir oluyoruz. Yani gerçekten kardeş gibiyiz. Birlikte olduğumuz zamanlar, günün sonunda hatta tüm gün boyunca durmadan dip dibeyiz, her dakika bu kimin ayağı bu kimin bacağı modundayız. En güzeli de WhatsApp’dan, Snapchat’den ne kadar konuşuyor olsak da, her bir araya gelişimizde bu halimizden bir şey kaybetmeyişimiz. Mesela Oscar’dan önce Amerika’daydık. Döndük ve bir hafta İstanbul'da durduk, sonra Amerika’ya geri gittik. Bir hafta sonra bile, sanki bir yıl görüşmemiş gibiydik. 
Güneş: Gerçek hayatta da tamamen kardeş gibiyiz. Hep sevgiyle birbirimize sarılıyoruz ve birbirimizi sık sık arıyoruz, konuşuyoruz. Böyle bir ilişkimiz olduğu için çok mutluyum ve film bittikten sonra da kopmamış olmamız, hala konuşuyor ve görüşüyor olmamız beni çok mutlu ediyor. Hepimiz bir araya geldiğimizde sanki hiç zaman geçmemiş gibi hemen gülüşmeye başlıyoruz.

“Hepimiz sarılıp mutluluktan ağladık”

Cannes Film Festivali’ndeki duygularınızı anlatır mısınız?
İlayda: Çok klişe olacak biliyorum, ama anlatılmaz yaşanır muhabbeti var ya, işte o! Muhteşemdi. Öyle şanslıydık ki! İlk kez yurtdışına çıkmıştım onun da ayrı bir heyecanı vardı tabii. Salonda seyirciler de bizimle birlikte yaşıyorlardı resmen filmi. Hep beraber gülüyorduk, hep beraber ağlıyorduk. Zaten ilk sahneye çıktığımızda öyle bir kalabalık alkışlıyordu ki, titreye titreye bir hal oldum, hep el ele tutuşuyorduk. Film başlayana kadar tüm gün zaten saat sayıyorduk, filmi izlememize beş saat kaldı, son otuz dakika falan diye. Oturduk ve filmin daha ilk başlangıcında gelen çizgiler var ya hani, ben orada ağlamaya başladım resmen ve dedim ki: “Çüş İlayda, bu böyle devam edemez.” Kendimi topladım ama senaryoyu hiç bilmiyormuş gibi sahnelerde korkuyorum, panik oluyorum, yaşadım yani tekrardan. En sonunda zaten hüngür hüngür ağlıyorduk hepimiz. Seyirciler öyle bir alkışlıyordu ki, daha da ağlıyordum. Çünkü hem yaptığımız işle, olduğumuz yerle ve en önemlisi de hepimizle çok gurur duyuyordum. Tam ağlamam bitti dedim, arkamı bir dönünce üst balkonda da bir alkış kıyameti koptuğunu görünce, bir daha başladım ağlamaya.
Güneş: Filmi ilk kez Cannes Film Festivali’nde izlemiştik ve film bittikten sonra insanlar on dakika ayakta alkışladılar. Çok duygusaldı. Bir dakika gülüp, bir dakika ağlıyorduk. O an rüya gibiydi. Ayrıca ilk defa kırmızı halıda yürümüştük ve gittiğimiz ilk festival olduğu için bizim için unutulamaz bir deneyimdi.

“Farklı fikirleri görüp üzerine düşünmek hoşuma gidiyor”

Gerçekleştirmek istediğiniz hayaliniz var mı?
İlayda: Hayalden bol bir şeyim yok ki! Oyunculukla alakalı çok hayalim var. Öylesine bir oyuncu olmak istemiyorum. Toplumun sıkıntılarını, sorunlarını aktaracak sosyal içerikli işlerde yer almak istiyorum. Ben izlediğim filmlerin hep ufkumu geliştirdiğini düşünüyorum. Her yeni film, her yeni kitap, bir köşe yazısı, yeni bir şey. Farklı fikirleri görüp üzerine düşünmek hoşuma gidiyor. Benim de yer aldığım işler insanların ufkunu açsın, insanları harekete geçirsin, bir farkındalık yaratsın istiyorum. Bunun dışında kendi sosyal sorumluluk projelerimi yürütmek istiyorum.
Güneş: Oyunculuğa devam etmek istiyorum. Ayrıca üniversitede Psikoloji okumak istiyorum. İleride bununla ilgili şeyler yapma hayalim var.

Mustang gibi toplum sorunlarından bahseden sosyal içerikli filmlerde olmak istiyorum”

İleriki projelerde nasıl karakterlerde oynamak istersiniz? Ayrıca, bir dizi çekiminden bahsetmiştin İlayda, onunla ilgili de birkaç tüyo verebilir misin?
İlayda: Evet! Artık bununla ilgili konuşabilirim. Show TV’nin yeni dizisi Oyunbozan‘da Eylül karakterini canlandıracağım. Ailesinden yeteri kadar ilgi göremeyen, masum ve haşin bir ergeni izleyeceğiz. Tek istediği ilgi. Dizinin dışında ileriki rollerim için isteğim, farklı şeyler denemek. Aynı karakterlerde olmak istemiyorum hep. Bir de Mustang gibi toplum sorunlarından bahseden, sosyal içerikli filmlerde olmak istiyorum. İnsanlara birilerinin bir şeyleri duyurması lazım, bunun için de bana göre en güzel yol sanat. Bu yüzden, bu imkanı sonuna kadar kullanmak istiyorum.
Güneş: Fantastik dizileri seviyorum. Öyle bir şey olabilir.

Size göre filmde vurgulanan önemli nokta nedir?
İlayda: Bu kızların kurban değil birer kahraman olmaları. Bir de özgürlük için her şeyi yapmaya değer. 
Güneş: En küçük kardeşin yaşadıklarından ders çıkarıp özgürlüğe kaçışı.

“Çok üzülüp çabuk unutuyoruz”

Sizce Deniz Gamze Ergüven neden böyle bir hikâye seçmiş?
İlayda: Birileri bunu anlatmalı, birileri bir şeyler yapmalıydı çünkü. Sinemanın bambaşka bir dili var ve bu olan biteni sinema yoluyla harmanlayıp izleyiciye iletmek çok başka bir şey. Her zaman etrafımızda olan bitene üzülüyoruz ama ülkece unutma sorunumuz var. Çok üzülüp çabuk unutuyoruz. Bu, belki de milyon tane olayı peş peşe yaşıyor oluşumuzdan da kaynaklanıyordur. Ama yaşananlar Mustang gibi anlatıldığı zaman işte o zaman ayakkabınızın içine bir taş giriyor ve bir daha asla rahat edemiyorsunuz.

Filmin bu kadar ödül almasını bekliyor muydunuz?
İlayda: Açıkçası Mustang’den önce festivallerle alakalı çok fazla bir bilgim yoktu. Bir film bir noktaya kadar gidebilir ama en fazla nereye kadar gidebilir diye düşünüyordum. Cannes’ı duyduğum zaman bile kulaklarıma inanamamıştım. Senaryoya, Deniz’e, kızlara, ekibe her zaman güveniyordum evet, ama gerçekten bizim İnebolu’da çektiğimiz filmimizin yüzlerce şehir gezip, binlerce insana ulaşacağını beklemiyordum. 

Sizce Mustang neden tam olarak Türk izleyicisiyle bütünleşemedi?
İlayda: Türkiye'de iki ayrı kutup var. Seyirci ya bayıldı, ya da nefret etti. Buna net bir açıklama getirmek çok zor. Kimisine hitap etmemiştir, kimisine eksik, kimisine fazla gelmiştir. Kimisi için de yüzleşmek zor olmuştur. Olup biteni bilmemek her zaman en kolayı. Şey gibi: “Ben bakmıyorum artık haberlere, izlemiyorum artık, sonra çok üzülüyorum.” Belki de bilmemek, yüzleşmemek istemişlerdir. Herkesin kendince mutlaka farklı bir bakış açısı vardır, ondan genel bir yargı yok bence.
Güneş: Öncelikle, bu tür filmlerin gösterim için salon bulma sorunu var. Sınırlı sayıda kopya ile sınırlı sayıda salonda gösterim yapılması en önemli etken. Ancak Oscar adaylığı gündeme geldikten sonra tekrar gösterime girmesi ile ilgi arttı.


“Film, Türkiye’nin değil insanlığın karanlık tarafı ve bunu ne kadar çok insana gösterirsek o kadar iyi”

Film yurtdışında Türkiye’nin kötü tanıtılması gibi bir şeye yol açıyor mu?
İlayda: Hayır, buna hiç katılmıyorum. Türkiye’de bunlar oluyor ve buna gözümüzü kapatamayız. Şu sıralar, hele ki çocuk tacizi, tecavüzü ne kadar arttı, her gün yeni bir haber okuyoruz. Ne yapalım? Olan olmuş artık deyip geçelim mi bu haberleri? Bizim filmimizde olup bitenler de ülkemizde maalesef ki yaşanıyor. Bir tek bizim ülkemizde de değil, dünyanın her yanında yaşanıyor. Kötü yanları sır gibi saklayıp, sadece iyiyi hoşu insanlara sunamayız, çünkü dünya maalesef ki sadece iyilikten ibaret değil.
Güneş: Bunu söyleyenleri duydum, ama filmin amacı Türkiye’yi yurt dışında kötü göstermek değil. Bunu durdurmak ve bilinç oluşturmak. Ayrıca bu bir belgesel değil, olanları %100 aynı anlatma gibi bir zorunluluğu da yok. Film, Türkiye’nin değil insanlığın karanlık tarafı ve bunu ne kadar çok insana gösterirsek o kadar iyi. Film sadece hikâyesini anlatıyor ve insanlara güzel bir mesaj veriyor.

 “Sanki hepimizin ayrılışında tek tek kolu bacağı kopuyor gibi hissediyorum’’

Beş kız kardeşten Lale hariç hiç birinin belirgin özelliği ve karakter derinliği yok, bunun nedeni nedir?
İlayda: Aslında beş kız beş farklı kişiliği temsil ediyor. Kişilik olarak da baskınlık ve çekingenliği göz önünde bulundurunca, hepsinin karakter derinliğini çıkartabiliyorsunuz. Bir de bana göre her şey de çok net verilmeyip, seyirci de olayın içine katılmalı. Bizim filmde de gözlemlerinizle kızların karakterlerini anlayabiliyorsunuz. Lale’nin bu kadar net karakterini çözebilmemizin sebebi, aslında Lale’nin en küçük oluşu ve her şeye şahit oluşundan da kaynaklanıyor. Ben filmi her izlediğimde Lale’nin başından sonuna kadar olan büyüyüşüne şahit oluyorum. Bu beni gerçekten çok etkiliyor, çünkü sıra Lale’ye gelene kadar Lale bir sürü şeye şahit oluyor. Farklı karakterdeki ablalarının olaylara verdikleri farklı tepkileri görüyor ve en sonda Lale aslında sadece kendisi ve Nur için bir savaş vermiyor. Bu savaş hepimiz için… Sanki hepimizin ayrılışında tek tek kolu bacağı kopuyor gibi hissediyorum ben hep ve Lale şahit olduklarıyla büyüyor. Hepsi için de yapması gerekenlerin sorumluluğunun farkında olarak işe koyuluyor.
Güneş: Biliyorsunuz senarist ve yönetmen aynı kişi. Sanıyorum küçük kardeşin diğerlerinin yaşadıklarından ders almasını ve bir umutla filmi bitirmek istedi. Onun için de, Lale’yi daha mücadeleci ve içinde bulunduğu ortamdan kurtulmak için çözüm üreten bir karakter olarak oluşturdu.

“Bu kadar sert bir hikâye ancak bu kadar masalsı anlatılabilirdi”

Eğer konu bu kadar sert olmasaydı, yine de bu kadar başarılı olabilir miydi?                     
 İlayda: Konuyu ele alış yönüyle alakalı bence bu. Konu daha hafif olsaydı ve Deniz bunu değişik bir şekilde işleseydi, belki yine başarıyı yakalayabilirdi. Ama o zaman izleyenleri ne derecede etkilerdi, bunu bilemediğim için net bir sonuca varamıyorum.
Güneş: Konu insanların bilmediği bir şey değil. Konunun işleniş biçimi, bir masal gibi anlatılması ve kızların güçlü ilişkisi sayesinde seyirciyi etkiliyor. Bu kadar sert bir hikâye ancak bu kadar masalsı anlatılabilirdi. Bunun hakkında başka filmler de var. Bence film tam kıvamında. Her şey tam tadında bırakılmış, aşırılıktan kaçılmış. Bu da başarıyı getirmiş.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İKSV Kültür Sanat Kart Sahibi Gençler İle Fazıl Say Konseri

İKSV’nin düzenlediği etkinliklere gençlerin doyasıya gidebilmeleri için verilen ‘’Kültür Sanat Kart’’ sahibi gençler ile Fazıl Say konserinin hemen öncesinde buluştuk.  Daha sonra 15 Haziran tarihinde, 45.İstanbul Müzik Festivali kapsamında, Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı’nda gerçekleşen konserin yolunu tuttuk. Kültür Sanat Kart, İKSV’nin düzenlediği festivallere, eğitim hayatını sürdüren üniversite öğrencilerinin gidebilmeleri için, 250 lira yüklenmiş olarak verilen ve çekiliş sonucunda 1000 öğrenciye ulaştırılan karttır.  Şimdi gelin o gün, Fazıl Say konserini seçen, konser öncesi İKSV ekibi ve Yekta Kopan ile kültür-sanattan, hayattan konuşmak için buluştuğumuz şanslı kart sahipleri gençleri daha yakından tanıyalım. İstanbul’a 2 yıl önce Van Erciş’ten üniversite eğitimi için gelen Rojda Zörer , İstanbul Üniversitesi’nde Felsefe okuyor. Ailesi aslen Ardahanlı olan Emre Ağdemir , İstanbul Sultangazi’de ailesiyle birlikte yaşıyor. İstanbul Tıp Fakültesi

Senaryonun Üstadı Robert McKee İstanbul’daydı.

Bu yıl 10-18 Kasım tarihleri arasında düzenlenen 4. Uluslararası Boğaziçi Film Festivali, Hollywood’un teorisyeni olarak bilinen Robert McKee’yi ağırladı. İstanbul Medya Akademisi ve Uluslararası Boğaziçi Sinema Derneği’nin düzenlediği 4. Boğaziçi Film Festivali’ne, 16-18 Kasım tarihleri arası senaristlerin el kitabı olarak bilinen “Story” kitabının yazarı Robert McKee konuk oldu. McKee, 3 gün boyunca Haliç Kongre Merkezi’nde gerçekleşen “GENRE Seminar/ Tür Semineri”nde ilk gün “Tv/Dizi”, ikinci gün “Aksiyon/Gerilim” ve son gün “Komedi” başlıkları adı altında konuştu. Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencileri olarak bizler de Robert McKee’nin “Tür Semineri”ndeydik. İlk oturumu 16 Kasım’da gerçekleşen seminerde McKee, “Tv/Dizi” başlığı kapsamında dizilerin altı türü, çatışma düzeyleri, dizi varyasyonları, karakter örgüleri, karakter tasarımı gibi teorik kavramlardan bahsetti. Daha sonra seminere, dünyaca ünlü “Breaking Bad”, “24” gibi dizilerin üzerinden analizl

Sakıp Sabancı Müzesi’nde günü dondurup geçmişe yolculuk

Sakıp Sabancı Müzesi’nde Kalıcı Koleksiyon sergilerinden “Kitap Sanatları ve Hat Koleksiyonu” sergisi görülmeye ve üzerinde düşünülmeye değer. “Bir kuruluşun başarısı ve kalıcılığı yalnızca ekonomik değerlerle değil, aynı zamanda sanat, kültür ve eğitim  alanlarına sağladığı katkıyla ölçülebilir” diyen Sakıp Sabancı, başta ünlü hattatların güzel yazı örnekleri ve Kuran-ı Kerim nüshaları olmak üzere, sanatlı el yazma kitaplar koleksiyonu yapmaya Sultan II. Mahmud’un yazmış olduğu bir levhayı satın alarak başladı.  Koleksiyon 1980’lerde daha çok zenginleşince Sabancı ve ailesi koleksiyonu güçlendirmek ve müze oluşturmak için adımlar attı. İstanbul’un Emirgan ilçesinde bulunan Atlı Köşk, 1998’de müzeye dönüştürülmek üzere Sabancı Ailesi tarafından Sabancı Üniversitesi’nin kullanımına tahsis edildi ve 2002’de Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi adıyla ziyarete açıldı. 1951 yılında alınan bu köşkte 1966’ya kadar Hacı Ömer Sabancı ve ailesi yaşadı. Hacı Ömer Sabancı ve