Yaklaşık 45
senedir, ömrüne birçok farklı disiplini sığdıran rock müziğinin ikonlaşmış ismi
Nick Cave’in müzikle tanışması kilisenin çocuk korosunda başladı. Daha sonra
okuldan arkadaşları ile kurduğu Door
Door adlı grubu, ilerleyen yıllarda Boys Next Door sonra
da The Birthday Party ismini
aldı. 1970’lerin ‘punk’ akımını izleyen bu birliktelik, 1977’den 1983’e Mick
Harvey’in grubu dağıtmasına kadar post-punk adına ürettikleri orijinal besteler
ile yoluna devam etti. The Birthday Party’nin yolculuğunun sona erdiği1984
yılından günümüze grup için The
Bad Seeds dönemi başladı. Bu grupla birlikte Nick Cave’in
müziğine blues ve deneysel türler de eklendi. Nick Cave and The Bad Seeds’in her albümü adeta
ayrı birer kitap ve rock mucizesi...
Nick Cave, ilk olarak 1984’te Birthday Party üyelerinin de
birkaçının bulunduğu The Bad Seeds’le birlikte ‘From Her To Eternity’ albümünü yayınladı.
Klavyeci Barry Adamson’ın gruptan ayrılışının ardından yaptıkları 1988 çıkışlı
‘Tender Prey’
adlı albüm dört yıl sessizliğini koruyan grubun başarısını belgeleyen bir kanıt
gibiydi adeta.1992 albümü ‘Henry’s
Dream’ ise Nick Cave’in 90’ların Leonard Cohen’i olacağının
habercisiydi. 1994’te grup, geçmişteki agresif tarzından arınmış bir şekilde ‘Let Love In’i yaptı.
1996 albümü ‘Murder
Ballads’ın içeriğinde ani çıkışlar, yükselişler ve hatta yer yer
haykırışlar vardı. Murder Ballads’ı 1997 tarihli ‘Boatmans’s Call’ takip etti. Bu albüm kendinden
önce gelenlere göre oldukça sakin bir çalışmaydı. 2000’li yıllara geldiğimizde
grup, ‘No More Shall We Part’
albümünü yayımladı. Grup, bu albümün çıkışının hemen ardından, 2001
yılında, 8.Uluslararası İstanbul Caz Festivali kapsamında Cemil Topuzlu
Açıkhava sahnesinde binlerce izleyici karşısında hafızalardan kolay kolay
silinmeyecek bir konsere imza attı. Nick Cave’in asi, sahneye hakim duruşu,
müzisyen arkadaşlarıyla beraber izleyiciyle paylaştığı enerji kusursuzdu.
Cave’in “Weeping Song” parçasının
teatral bir izdüşümüydü adeta bu konser. Ağlayanlar, birbirine sıkı sıkıya
sarılanlar, el ele tutuşup hayranlıkla O’nu seyredenler…
Nick Cave and
The Bad Seeds Türkiye’yi de ziyaret etmesine vesile olan “No More Shall We Part”
albümünün sonrasında 2-3 yıl aralıklarla farklı albümler çıkardı. Grubun en son
albümü ise 2016 yılında kendi plak şirketlerinden yayımladıkları ‘Skeleton Tree’ oldu. Nick
Cave kendisiyle yapılan bir röportajda, eski kayıtlarından bahsetmeyi ve onları
tekrar dinlemeyi sevmediğini söylerken “Orada bir canavar var” diyor ve
ekliyor: “Bir sanatçının bütün üretimlerinden emin olması korkunç bir şey.”
Farklı üretimlerle iz bırakan bir isim…
Nick Cave sadece müzisyen ve şarkıcı kimliğiyle değil, aynı
zamanda kitap, film gibi üretimler de yaparak adından söz ettiriyor. 2001
yılında verdiği konserde yazı yazmanın da hayatında önemli bir yer tuttuğunu
vurgulayan Cave, “Daha iyi bir insan olmayı hedefliyorum. Bir şeyler
yazmadığımda çekilmez bir insan oluyorum” diye konuşuyor.
Avustralyalı sanatçının kısa oyunlarından ve şarkısı sözlerinden
oluşan kitabı ‘King Ink’ 1988’de
yayımlandı. İlk romanı ise 1980’lerin sonlarında basılan ‘And The Ass Saw The Angel’
(Eşek Meleği Gördü) kitabı oldu. Sanatçının ve yer altı edebiyatının önemli
üretimlerinden biri olarak anılan kitap, Time Out dergisinden ‘Yılın Kitabı’ ödülünü
aldı. İkinci romanı ‘Bunny
Monro’nun Ölümü’ kitabı ise Türkçe’ye 2009 yılında çevrildi.
Bu kitapla ilgili Nick Cave ilk olarak taslak hazırladığını ve seyyar satıcı,
alkolik ve uyuşturucu bağımlısı bir karakter ortaya çıkardığını belirtiyor ve
böyle bir karakter yaratmasını yönetmen John Hillcoat’un istediğini ekliyor.
Senarist olarak katkıda bulunduğu ilk filmi ‘The Proposition’un ardından
Russel Crowe’u başrole taşıyan Gladiator filminin ikincisi için Nick Cave’den
senaryoyu kendisinin kaleme alması rica edildi fakat söz konusu senaryo film
olarak perdeye yansımadı. Nick Cave, The Bad Seeds’i oluşturan müzisyen
arkadaşlarıyla beraber Wim Wenders’ın 1987 tarihli filmi ‘The Wings Of
Desire’da da The Carny ve From Her To Eternity isimli
parçalarını seslendirirken görülüyordu. Sonrasında ise 1988’de John Hilcoat’un
yönetmenliğini üstlendiği “Ghosts…
of the Civil Dead” ve 1991 yapımı Tom DiCillo’nun yazıp yönettiği,
Brad Pitt ve Samuel L. Jackson’ın rol aldığı “Johnny Suede”de Freak Storm rolündeydi.
Bir sanat adamı ve aile portresi
Nick Cave‘in olağanüstü başarılarla dolu hayatına şöyle bir
dönüp bakıldığında kitleleri etkileyen yalnızca müziği değildir. Her ne kadar
müzik tutkunlarının hayatlarına beste ve şarkı sözleriyle damga vursa da o aynı
zamanda bir oyuncu, romancı, şarkı sözü ve senaryo yazarı. Tüm bu yeteneklere
sahip olmakla kalmayıp onları her zaman ustalıkla hayata adapte eden Cave,
sanat insanı kimliğiyle de insanlara dokunuyor. 2016 yılında yayımlanan, Andrew
Dominik’in yönetmen koltuğunda oturduğu ve Nick Cave’in hayatına odaklanan ‘One More Time With Feeling’belgeseli
onun iç dünyasına, çatışmalarına ve dertlerine oldukça sahici bir bakış
açısıyla tanıklık etme fırsatı sunuyor. Kariyerindeki dönüm noktalarını, aile
hayatını, hırslarını, buhranlarını ve ‘Nick Cave olma halini’ epey muntazam bir
seyirlikle izleyiciye sunan belgesel, Sundance Film Festivali’nde “En İyi
Yönetmen” ve “En İyi Kurgu” ödüllerinin sahibi oldu. Nick Cave, bu konuyla
ilgili TimeOut dergisine 2014 yılında verdiği röportajda ise şunları söylüyor: “Sadece
kendim hakkında yapılmış bir film olacağı için yıldırıcıydı. Daha önce böyle
bir şey yapmaya hiç ilgi duymamıştım. Sadece yoluma çıkan bir şeydi. Ve çoğu
müzik belgeselini de sevmezdim.” Belgesel film ve albüm tamamen kaybolmuş
bir adamın ve bir ailenin portesini yansıtıyordu. Nick Cave, ikisini aynı anda
yayınlamadı. Haksız da sayılmazdı; zira hem albümün, hem de filmin merkezinde
bir olay vardı; oğlunun trajik ölümü… “ Albümde ve belgesel de bu ölümün
etkisinde gelişti ve bu ölüm gölge olarak bizi hep takip etti” diyen Cave,
albümü ve belgeseli aynı gecede sunmayı düşünmüş ama sonra vazgeçmiş. Cave, bu
konuyla ilgili basında yer almak istemediğini açıkça belirtti ve hiçbir haberde
bu yürek burkan konuya değinmedi.
Nick Cave’in bu
denli şahsına münhasır bir müzisyen olma sebebinin yaşadığı trajik olaylardan
da kaynaklandığı aşikâr. Cave, henüz 19 yaşındayken babasını trafik kazasında
kaybetti ve daha 15 yaşında olan oğlu uçurumdan düşerek 2015 yılında yaşamını
yitirdi. Bu trajik olaylar kuşkusuz, Cave’in kendisini daha çok müziğe, yazıya,
sanata vermesine etken oldu. Nick Cave oğlunu kaybettikten sonra sanatına
kederi de soktu. Oğlunun başına gelen korkunç kazadan önce ‘Skeleton Tree’ albümünün
hazırlığında olan grup, Cave’in oğlunu kaybettikten de sonra da çalışmalarına
devam etti fakat bu trajik olay albümün müzikal bütünlüğüne ve kayıtlarına da
yansıyarak bambaşka bir atmosfer yarattı. Yaşadığı bu trajedi ve kederle Nick
Cave’in müziği değişti ve dönüştü.
“Dizime refleks çekiciyle vurulmuş gibi tepki
gösteriyorum”
2001 yılında 8. Uluslararası İstanbul Caz Festivali kapsamında
İstanbul’da muhteşem bir konsere imza atan Nick Cave, o zamanların Roll
dergisine verdiği röportajda “En az sevdiğiniz müzik türü nedir?” sorusuna
“Miles Davis’i bir tarafa bırakırsak, trompeti ve o dumanlı caz sound’unu
sevmiyorum” diyerek ekliyor: “Dizime lastik çekiçle vurulmuş gibi tepki
gösteriyorum.” Aynı röportajda “En çok gurur duyduğunuz albüm hangisi?”
sorusuna ise “Hepsiyle bir bakıma gurur duyuyorum. ‘Murder Ballads’ı çok seviyorum, çünkü kayıtları
çok eğlenceli olmuştu. İlk albümü de çok seviyorum ‘From Her To Eternity’yi. Çünkü stüdyoya
girdiğimizde ne halt edeceğimizi bilmiyorduk, ne tür müzik yapmak
istediğimizden bile haberimiz yoktu” demiş ve konuşmasına şu şekilde devam
etmiş: “Hatalarla dolu bir albüm, ama ilham verici de. Bazı albümler pek hoşuma
gitmiyor, mesela ‘The
Firstborn Is Dead‘e bayılmıyorum. Henry’s Dream de hayal kırıklığı olmuştu,
çok iyi olabilirdi ama kayıtlar esnasında çarşafa dolandık.”
Sanatçı kimliğinin yanı sıra kendine en açık ve dürüst şekilde
özeleştiride bulunacak kadar güçlü duruşuyla herkesin kalbini çalan Nick Cave,
İstanbul’da vereceği konser öncesinde yeni bir konser filmi yayınlamaya
hazırlanıyor. ‘Distant Sky’ isimli
filmi, ‘Skeleton Tree’nin
turnesi kapsamında gerçekleşen Kopenhag konserinden görüntüleri izleyicisiyle
buluşturacak. David Barnard’ın yönettiği ‘Distant
Sky’ isimli konser filmi 12 Nisan’da yayınlanacak ve seçili 500
sinemada gösterilecek. Nick Cave’in 17 yıl aradan sonra, 25. İstanbul Caz
Festivali kapsamında 10 Temmuz akşamı İstanbul’da vereceği nefis konser öncesi
bu belgesele de göz atmak gerek.
Bu yazı 28 Şubat tarihinde
T24 ‘ de yayınlanmıştır.
Yorumlar
Yorum Gönder