Bu yıl 9'uncusu düzenlenen Kadıköy Kitap Fuarı 3-11 Haziran tarihleri arasında Haydarpaşa Garı’nda kitapseverlerle buluşuyor.
9. Kadıköy Kitap Günleri, çeşitli
yazarların söyleşilerine ve imza günlerine ev sahipliği yapmaya devam ediyor. Fuarın ikinci günü
Canan Karatay, Ercan Kesal, Enis Rıza, Gürkan Hacır ve Yekta Kopan
söyleşileriyle sonrasında da kitap imzalamalarıyla okurlarıyla buluşurken Zafer
Algöz, Can Yılmaz, Emre Kongar, Burcu Bakdur gibi birçok isimde okuyucularının
kitaplarını imzaladı. Bizde fuarın ambiyansını yaşamak ve kitapların arasında
yolculuğa çıkmak için oradaydık. Yekta Kopan’ın “Şimdi Edebiyata Daha Çok İhtiyacımız Var” başlığı altında
gerçekleştirdiği söyleşisine katıldık. İşte o söyleşiden not defterime takılanlar...
“İçinde bulunduğumuz coğrafyada, içinde bulunduğumuz ruh halinde
okumakla ilgili başka bir cesaret ilişkisi kurmamız gerekiyor”
Bizler neden kitap okuyoruz?
“Başka dünyalara
girebilmek, başka dünyaların yaşamına tanık olabilmek için… Gidemeyeceğimiz
yerlere gidebilmek, göremeyeceğimiz coğrafyaları görmek için… Yaşayamayacağımız
duyguları yaşamak için… Macera duygumuzu gidermek, aşklara tanık olmak için. Bu
cevapların mutlak doğrusu yoktur. Her biri güzeldir ve değerlidir. İçinde
bulunduğumuz coğrafyada, içinde bulunduğumuz ruh halinde okumakla ilgili başka
bir cesaret ilişkisi kurmamız gerekiyor.”
“Evrenin bütün dinamiklerinin içinde sabitleyip bakabileceğimiz
bir ana ihtiyacımız var”
Yekta Kopan, iyi
bir sanat takipçisinin bir sanat dalıyla ilgilenirken, kitap okurken akıp giden
bir şeyin akıp gitmesine engel olduğunu bununda zaman olduğunu belirtti ve ekledi:
“Doğum ve ölüm arasında akıp giden şey zaman… Zaman ve sanat ilişkisi içinde
şöyle bir durum vardır: Zamanı biz durduramıyoruz. Bu geçen zamanların içinde, o
süratin ve evrenin bütün dinamiklerinin içinde, sabitleyip bakabileceğimiz bir
ana ihtiyacımız var. O
sabitlediğimiz şeyin üstünde tartışmaya, o mesele üstünde konuşmaya,
hesaplaşmaya, yüzleşmeye, kendimizde sorgulamaya ihtiyacımız var. İşte,
sanat genel olarak ve edebiyat özel olarak bunu yapıyor.”
“Sanat, zamanı bütün zamanlara yayarak, akıp giden bir şeyin içine
hapsetmeyerek onun üstünden kendimizi aramamızı, sorgulamamızı, yüzleşmemizi
sağlar”
“Bize bu
coğrafyanın başında nasıl bir hegemonik sistem olduğunu, bu sistem içinde
insanların nasıl ezildiğini, sömürüldüğünü, türlü baskılardan nasıl geçtiğini o
tarihlerden kalma bir fotoğraf, bir anı anlatabilir. Bizim bunları tekrar
araştırılacak, sorgulanacak bir metin olarak bulmamızı sağlayabilir. Peki, o
tarihlerde insanlar hiç mi isyan etmiyordu? Bir baskı mekanizması çalışırken
onlara bir tepki mekanizması yok muydu? Bu mekanizmalar işlerken bunların
gündelik yaşamları neydi? Coğrafyalarıyla ilişkileri neydi? O coğrafyalar bize
ne anlatıyordu? Kuşu, kanadı, böceği ne anlatıyordu? Bütün bunları biz
bilemeyeceğiz. Bunları bir araya getirecek bir bilgi birikimi ya da tarih
yazımı yok. Ama biz İnce Memed’i
okuduğumuzda bütün bunları avucumuzun içine almış bir şekilde yaşıyoruz. Biz
oturup İnce Memed üstünden bir anın
zulmünü, bu zulme direnen bir kahramanı, bir direnişçiyi okuyoruz. Bunu okurken
sadece bir sömürü düzeni okumakla kalmıyoruz. Bir coğrafyayı okuyoruz. Zihinlerimizde
farklı simgelere dönüşen İnce Memed’in, düşünsel
dünyası üstünde, birçok noktada hepimiz birleşiriz, tartışırız, hesaplaşırız.
Bir meseleyi, bütün yüzleriyle açılarıyla çok bakışlı bir arı gözü gibi bakacak
bir durum haline getiririz. Sanat, zamanı bütün zamanlara yayarak, akıp giden
bir şeyin içine hapsetmeyerek onun üstünden kendimizi aramamızı, sorgulamamızı,
yüzleşmemizi sağlar.”
“Yaşlı dünyanın bizlere tahammülü kalmadı”
"Dünyanın bize tahammülsüzlüğü bizimde birbirimize olan tahammülsüzlüğümüzle iyice doruğa
ulaşmış durumda. Birbirimizi dinlemeye, anlamaya, anlatmaya tahammülümüz yok.
Bir insanın farklı görüşe sahip olabileceğini kabullenmeye tahammülümüz yok. Bu
tahammülsüzlük kışında, ötekileştirme fırtınası içinde, ayakta kalabilmenin bir
yolunu bulmalıyız. Ayakta kalmak derken, birbirine sarılacak cesareti bulmaktan
bahsediyorum. Ona öteki demeden ötekine beriki demeden öbürünün kıyafetine, bunun duruşuna, öbürünün gözlüğüne ya da oy verdiği partiye bakmadan öncelikle yüz
yüze bakabilecek cesareti elde etmemiz lazım."
“Hepimizin meseleleri var. Ey zaman! Sen bir dur”
“Güzel bir Pazar
gününde gezmek yerine bu kitap gününe gelerek, bu söyleşiye gelerek hepimiz
hala birbirimize dokunmak istiyoruz. Bütün kahrolası şemsiyeyi yırtıp atıp, dünyanın yağmuruna, karına, rüzgârına yüzümüzü bırakıp insan gibi yaşamak
istiyoruz. Birbirimize dokunmak ve zamanın akıp gidişini onların istediği
halde, onlara teslim etmek istemiyoruz. Hepimizin meseleleri var. İnsana dair
olan şey meseledir. İnsanın bu dünyayı daha yaşanabilir kılmak istemesine dair
olan meseleler. Bizim bugün bütün dünyaya yayılmış o hunhar virüsten
kurtulmamız için o meselemize sahip çıkmamız, o meselenin akışı içinde zamanı
bir an durdurabilmemiz, bir an olsun sabitleyebilmemiz, ona hükmedebilmemiz ve
dur bakalım diyebilmemiz lazım. Dur yahu dur! Ben bir kitap okumak ve kafamdaki
şu meseleyi cevaplayacağına inandığım ya da benimle bunu tartışabileceğine
inandığım bir kitap okumak ve bu meseleyle yüzleşmek istiyorum. Sonunda hatalı
olan, haksız olan bensem bile yüzleşmekten korkmuyorum. Yüzleşeceğim ve
hesaplaşacağım. Ey zaman! Sen bir dur. Benim bunu halledebileceğim tek şey, bir
tabloyu seyretmek, bir tiyatro oyununa gitmek ya da bir kitap okumak.”
Yorumlar
Yorum Gönder