Göknil Genç ile son romanı Çok Evin Yok Kedisi hakkında konuştuk. Genç, " Yalnızca bildiklerimi, sevdiğim şeyleri ve özellikle de bu çağda görmeyi, duymayı, hissetmeyi unuttuğumuz şeyleri çocuklara ve hatta yet işkinlere kendi hikâyelerim yoluyla aktarmayı önemsiyorum" dedi.
Göknil Genç ve annesi Güliz Hanım’ın
birebir yaşadığı hikâyelerden oluşan otobiyografik bir metinÇok Evin Yok Kedisi… “Bu kitapta benim
için özel olan şey; hikâyenin çocukluğumdan beri yaşadığım pek çok semtin,
sokağın dükkânın çevresinde geçmesi” dedi. Bir yandan müzisyen olan, bir yandan
da yazar olan Genç, “Yalnızca bildiklerimi, sevdiğim şeyleri ve özellikle de bu
çağda görmeyi, duymayı, hissetmeyi unuttuğumuz şeyleri çocuklara ve hatta
yetişkinlere kendi hikâyelerim yoluyla aktarmayı önemsiyorum” diyen Genç’le
kitabın yazım sürecini, müziğin edebiyatla ilişkisini ve hayatı konuştuk.
Bu yaşımda dönüp arkama baktığımda,
şanslı bir çocukmuşum diyorum. Çok özel insanlarla dolu bir evim vardı
çocukluğumda. Çevremde ismi geçen birçok edebiyatçı, gazeteci, kitap isimleri,
matbaalar, daktilo tıkırtıları, bir yandan anneannemin anlattığı Pera’da
Galata’da, Moda’da geçen çocukluk, gençlik günleri. Gazeteci olan dedemin
çalışma odası, o odanın rengi, kokusu, anneannemin ve dedemin yaşadığı ev ve
bahçesi. Çoğunlukla arkadaşsız geçen bir çocukluk… Ama o zamanlardan hatırladığım,
kendi kendime çok mutlu olduğum. Henüz ilkokula başlamadan, bu şekilde, böyle
bir ortamda okumaya yazmaya başladım. Her zaman yazıyordum. Yıllar sonra bunun
profesyonelliğe dönüşmesi benim için değişik bir şey değil. Ben yine aynı
şekilde yazmayı sürdürüyorum. Tek fark şimdi yazdıklarımı pek çok kişinin
okuyor olması.
Çeşitli öyküleriniz ve biyografik
romanlarınızla edebiyattaki yerinizi koruyorsunuz. Ve son kitabınız Çok Evin
Yok Kedisi… Yazım süreci nasıldı?
Yazım süreci kitabın isminde gizli
aslında. Ben başka bir kitabım üzerinde çalışırken annemin kedisi Gümüş en
fırtınalı dönemlerini yaşıyordu. Uzun süredir eve uğramıyor, sonra bir gün
ansızın geliyor, siz kalacağını sanırken bir bakıyorsunuz ki çoktan gitmiş
oluyordu. İşte bu günlerden birinde, kendi aramızda sohbet ederken kitabın ismi
benim ağzımdan çıktı. “Böyle konforlu evi bulmuş oturmuyor, ruhu özgür bu
kedinin,” dedim. “Tok evin aç kedisi derler ya, bu da Çok Evin Yok Kedisi,” O
anda yazmaya karar verdim. Ben kitabı yazarken Gümüş bir iki kez daha geldi eve
ama tam bitirmeme yakın bir daha dönmemek üzere gitti ve geri dönmedi. Tıpkı
hikâyedeki gibi…
‘HİÇBİR PLAN-PROGRAMLA YAZMIYORUM’
Başına buyruk, hiçbir yere ait olmak
istemeyen bir kedinin hikâyesine ortak oluyoruz. Gümüş’ten yola çıkarak,
okurlarınızda nasıl bir etki bırakmayı planladınız?
Ben yazarken açıkçası hiçbir
plan-programla yazmıyorum. Benim kitap yazma nedenim, çocukluğumdan bu yana
yazıyor olmam, okumanın ve yazmanın benim için doğal eylemler olması belki.
Amaç belirtmemiz gerekirse bu; yazdığım hikâyeleri insanlara anlatmak,
yarattığım dünyayı onlarla paylaşmak olabilir. Bu kitabın yazım süreci çok
keyifliydi. Özellikle editoryal çalışma süreci, kitabın kurgusu açısından
editörüm Mehmet Erkurt’u da hayli zorladı. Editörümle son bölümlerdeki
diyalogları karşılıklı oynayarak düzeltirken attığımız kahkahaları dilerim
okurlar da o sayfalardan duyar ve eğlenirler.
Güliz Hanım asilsade kedi Gümüş’ü
görünce adeta büyüleniyor ama onu sahiplendikten sonra aslında kedinin tamamen
ona ait olmadığını tesadüfler eseri anlıyor. Gümüş’ü bize biraz daha anlatır
mısınız?
Gümüş her ne kadar annem Güliz Hanım
tarafından limanda bulunmasa da, yine kitapta geçtiği gibi çöp konteynerinin
etrafında dolaşırken bulundu. Annemin ona olan aşkı ve kapıp hemen evine
getirmesi de hikâyenin başlangıcını oluşturmuş oldu. Kitaptaki maceraların tümü
Gümüş’e ait değil aslında, örneğin pastaneden sosis çalma macerası. O, ben
ilkokul son sınıftayken Siyam Kedimiz Çarli ile yaşadığımız bir hikâyeydi.
Gümüş türünün görünümüne getirdiği farklılıktan ziyade karakter olarak da
etkileyici bir kediydi. Kocaman patileriyle yanağıma dokunduğunda, gözümün
içine öyle bir bakardı ki, sanki aklımdan geçeni okurmuş gibi göz bebeklerinde
gülücükler görürdüm. Bu kitapta benim için özel olan şey; hikâyenin
çocukluğumdan beri yaşadığım pek çok semtin, sokağın dükkânın çevresinde
geçmesi. Yıldız sokak, pastane, seramik atölyesi… Bu mekânlar yakınında
yaşadığım yerler ve buralardan her geçişimde Gümüş’ü düşünmek de beni biraz
hüzünlendiriyor.
‘BİR ŞEYİ ÖĞÜTLEMEK YERİNE, BUNU
KARŞINIZDAKİNE GERÇEKLİĞİNİ YAŞATARAK SAĞLAMLAŞTIRIRSINIZ’
Dış güzelliğin o kadar önemli
olmadığının, asıl güzelliğin içimizde ve sevgiyle oluştuğunun, aidiyetliğin
önemli olduğunun mesajını veriyorsunuz. Kitaplarınızda öğreticiliği önemser
misiniz?
Hayır. Yalnızca bildiklerimi, sevdiğim şeyleri ve özellikle de bu çağda
görmeyi, duymayı, hissetmeyi unuttuğumuz şeyleri çocuklara ve hatta
yetişkinlere kendi hikâyelerim yoluyla aktarmayı önemsiyorum. Bu yüzden, az
önceki soruda da söylediğim gibi planlı başlamıyor benim hikâyelerim. Hatta
kitaplarım hakkında yazılan kritikleri okuduğumda hikâyelerimin içinden
çıkardıkları mesajları görünce şaşırıyorum bazen. Bazıları benim hiç aklıma
bile gelmemiş oluyor. Bir şeyi öğütlemek yerine, bunu karşınızdakine gerçekliğini
yaşatarak sağlamlaştırırsınız.
Ben her zaman buna inanırım. “Doğrusu budur” çocuklara söylenecek en son şey olmalı. Çocukların doğrularını bulmaları için, uzaktan takip ederek, belki anlamaya çalışarak, hatta deneyimleyerek yanlarında olmak, onların ufkunu sınırsızlaştırır bana göre. Bir şeyi öğretmeyi, çocuklara iyi huylar kazandırmayı amaçlayan kitaplar çokça var. Benim işim ise yalnızca anlatmak galiba. Çocuklara güzel şeyler bırakabiliyorsam anlattıklarımla, bu tüm kalbim ve samimiyetimle içimden geldiği içindir. Onların hafızalarında kalıcı olan ben değil, karakterlerim olursa başarmışım demektir.
Ben her zaman buna inanırım. “Doğrusu budur” çocuklara söylenecek en son şey olmalı. Çocukların doğrularını bulmaları için, uzaktan takip ederek, belki anlamaya çalışarak, hatta deneyimleyerek yanlarında olmak, onların ufkunu sınırsızlaştırır bana göre. Bir şeyi öğretmeyi, çocuklara iyi huylar kazandırmayı amaçlayan kitaplar çokça var. Benim işim ise yalnızca anlatmak galiba. Çocuklara güzel şeyler bırakabiliyorsam anlattıklarımla, bu tüm kalbim ve samimiyetimle içimden geldiği içindir. Onların hafızalarında kalıcı olan ben değil, karakterlerim olursa başarmışım demektir.
Çocuklar için yazmanını zorlukları,
kolaylıkları nelerdir?
Zorluk ya da kolaylık bir yana, benim en çok dikkat ettiğim konu dil.
Türkçe çok zengin ve müthiş tınısı olan bir dil. Günümüzde ne yazık ki, elli
sözcükle konuşan bir topluma dönüştüğümüz için, ben olabildiğince çocukların
akıcı ve müzikal metinlerle karşılaşmalarını sağlamaya çalışıyorum. Okuduğunuz
metinde dil ne kadar sağlamsa, anlatım ne kadar “edebi” ise, kitap da o kadar
“ebedi” olur.
‘HEM MÜZİK YAPIYOR, BİR YANDAN DA
YAZIYORUM’
Viyola eğitmenliği yaptığınızı
biliyoruz. Müzikle olan ilişkiniz nedir? Kendinizi müzisyen olarak mı yoksa
yazar olarak mı tanımlarsınız?
Ben İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Viyola Bölümü mezunuyum.
Müzisyenim ama bu benim yalnızca işim değil, hayatım. Ben 11 yaşında viyolaya
başladım. O yaşımdan bu yana müzikle iç içeyim. Her iki işimi de tam zamanlı
yapıyorum, müzik de, yazmak da ayırabileceğim işler değil, çünkü ben böyle
yaşıyorum. MSGSÜ İstanbul Devlet Konservatuarı’nda öğretim görevlisiyim,
sanatta yeterliliğimi bitirmek üzereyim. Aynı zamanda orkestra ve oda müziği
sanatçısıyım. Yıl içinde pek çok konser salonunda konserlerim oluyor. Yani hem
müzik yapıyor, bir yandan da yazıyorum.
İlk kitabınız, Sihirli Mozart’ı, Mozart Küçük Dahi: Gençlik
Müzikali adıyla oyunlaştırdınız ve İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nin
2013-2014 sezonunda sahnelendi. Tiyatroya olan ilginiz nedir? Oyunlaştırmayı
düşündüğünüz başka kitaplarınız var mı?
Metinlerimi oyunlaştırmayı
düşünmüyorum artık. Çünkü benim kafamdaki şey birebir sahne üzerinde gördüğümle
örtüşmüyor. Çok Evin Yok
Kedisi için bir proje var ama sahne üzerinde olmayacak. İpucu
vermeyeceğim tabii ki.
Farklı yaş grupları için yeni
öyküler, romanlar gelecek mi?
Bir gençlik romanı var uzun zamandır tamamlanmayı bekleyen.
Metnin yarısından çoğu yazıldı ama ben kendim ikna olana kadar beklemede
olacak. Müzik dışında yazıyorum artık, bir iki biyografi daha olacak, sonrasını
bilmiyorum. Göreceğiz hep birlikte.
Bu röportaj 19 Kasım 2017 tarihinde Gazete Duvar'da yayınlanmıştır.
Yorumlar
Yorum Gönder