Ana içeriğe atla

Göknil Genç: Doğrusu budur söylenecek son şey!


Göknil Genç ile son romanı Çok Evin Yok Kedisi hakkında konuştuk. Genç, " Yalnızca bildiklerimi, sevdiğim şeyleri ve özellikle de bu çağda görmeyi, duymayı, hissetmeyi unuttuğumuz şeyleri çocuklara ve hatta yetişkinlere kendi hikâyelerim yoluyla aktarmayı önemsiyorum" dedi.



Yazar – müzisyen Göknil Genç ile Can Çocuk Yayınları etiketi taşıyan son kitabı Çok Evin Yok Kedisi üzerine konuştuk. Dile, anlatıma çok önem verdiğini söyleyen Genç, “Ben olabildiğince çocukların akıcı ve müzikal metinlerle karşılaşmalarını sağlamaya çalışıyorum” dedi.
Göknil Genç ve annesi Güliz Hanım’ın birebir yaşadığı hikâyelerden oluşan otobiyografik bir metinÇok Evin Yok Kedisi… “Bu kitapta benim için özel olan şey; hikâyenin çocukluğumdan beri yaşadığım pek çok semtin, sokağın dükkânın çevresinde geçmesi” dedi. Bir yandan müzisyen olan, bir yandan da yazar olan Genç, “Yalnızca bildiklerimi, sevdiğim şeyleri ve özellikle de bu çağda görmeyi, duymayı, hissetmeyi unuttuğumuz şeyleri çocuklara ve hatta yetişkinlere kendi hikâyelerim yoluyla aktarmayı önemsiyorum” diyen Genç’le kitabın yazım sürecini, müziğin edebiyatla ilişkisini ve hayatı konuştuk.
Edebiyatla olan ilişkinizi nasıl tarif edersiniz? 
Bu yaşımda dönüp arkama baktığımda, şanslı bir çocukmuşum diyorum. Çok özel insanlarla dolu bir evim vardı çocukluğumda. Çevremde ismi geçen birçok edebiyatçı, gazeteci, kitap isimleri, matbaalar, daktilo tıkırtıları, bir yandan anneannemin anlattığı Pera’da Galata’da, Moda’da geçen çocukluk, gençlik günleri. Gazeteci olan dedemin çalışma odası, o odanın rengi, kokusu, anneannemin ve dedemin yaşadığı ev ve bahçesi. Çoğunlukla arkadaşsız geçen bir çocukluk… Ama o zamanlardan hatırladığım, kendi kendime çok mutlu olduğum. Henüz ilkokula başlamadan, bu şekilde, böyle bir ortamda okumaya yazmaya başladım. Her zaman yazıyordum. Yıllar sonra bunun profesyonelliğe dönüşmesi benim için değişik bir şey değil. Ben yine aynı şekilde yazmayı sürdürüyorum. Tek fark şimdi yazdıklarımı pek çok kişinin okuyor olması.
Çeşitli öyküleriniz ve biyografik romanlarınızla edebiyattaki yerinizi koruyorsunuz. Ve son kitabınız Çok Evin Yok Kedisi… Yazım süreci nasıldı?
Yazım süreci kitabın isminde gizli aslında. Ben başka bir kitabım üzerinde çalışırken annemin kedisi Gümüş en fırtınalı dönemlerini yaşıyordu. Uzun süredir eve uğramıyor, sonra bir gün ansızın geliyor, siz kalacağını sanırken bir bakıyorsunuz ki çoktan gitmiş oluyordu. İşte bu günlerden birinde, kendi aramızda sohbet ederken kitabın ismi benim ağzımdan çıktı. “Böyle konforlu evi bulmuş oturmuyor, ruhu özgür bu kedinin,” dedim. “Tok evin aç kedisi derler ya, bu da Çok Evin Yok Kedisi,” O anda yazmaya karar verdim. Ben kitabı yazarken Gümüş bir iki kez daha geldi eve ama tam bitirmeme yakın bir daha dönmemek üzere gitti ve geri dönmedi. Tıpkı hikâyedeki gibi…
‘HİÇBİR PLAN-PROGRAMLA YAZMIYORUM’
Başına buyruk, hiçbir yere ait olmak istemeyen bir kedinin hikâyesine ortak oluyoruz. Gümüş’ten yola çıkarak, okurlarınızda nasıl bir etki bırakmayı planladınız?
Ben yazarken açıkçası hiçbir plan-programla yazmıyorum. Benim kitap yazma nedenim, çocukluğumdan bu yana yazıyor olmam, okumanın ve yazmanın benim için doğal eylemler olması belki. Amaç belirtmemiz gerekirse bu; yazdığım hikâyeleri insanlara anlatmak, yarattığım dünyayı onlarla paylaşmak olabilir. Bu kitabın yazım süreci çok keyifliydi. Özellikle editoryal çalışma süreci, kitabın kurgusu açısından editörüm Mehmet Erkurt’u da hayli zorladı. Editörümle son bölümlerdeki diyalogları karşılıklı oynayarak düzeltirken attığımız kahkahaları dilerim okurlar da o sayfalardan duyar ve eğlenirler.
Güliz Hanım asilsade kedi Gümüş’ü görünce adeta büyüleniyor ama onu sahiplendikten sonra aslında kedinin tamamen ona ait olmadığını tesadüfler eseri anlıyor. Gümüş’ü bize biraz daha anlatır mısınız?
Gümüş her ne kadar annem Güliz Hanım tarafından limanda bulunmasa da, yine kitapta geçtiği gibi çöp konteynerinin etrafında dolaşırken bulundu. Annemin ona olan aşkı ve kapıp hemen evine getirmesi de hikâyenin başlangıcını oluşturmuş oldu. Kitaptaki maceraların tümü Gümüş’e ait değil aslında, örneğin pastaneden sosis çalma macerası. O, ben ilkokul son sınıftayken Siyam Kedimiz Çarli ile yaşadığımız bir hikâyeydi. Gümüş türünün görünümüne getirdiği farklılıktan ziyade karakter olarak da etkileyici bir kediydi. Kocaman patileriyle yanağıma dokunduğunda, gözümün içine öyle bir bakardı ki, sanki aklımdan geçeni okurmuş gibi göz bebeklerinde gülücükler görürdüm. Bu kitapta benim için özel olan şey; hikâyenin çocukluğumdan beri yaşadığım pek çok semtin, sokağın dükkânın çevresinde geçmesi. Yıldız sokak, pastane, seramik atölyesi… Bu mekânlar yakınında yaşadığım yerler ve buralardan her geçişimde Gümüş’ü düşünmek de beni biraz hüzünlendiriyor.
‘BİR ŞEYİ ÖĞÜTLEMEK YERİNE, BUNU KARŞINIZDAKİNE GERÇEKLİĞİNİ YAŞATARAK SAĞLAMLAŞTIRIRSINIZ’
Dış güzelliğin o kadar önemli olmadığının, asıl güzelliğin içimizde ve sevgiyle oluştuğunun, aidiyetliğin önemli olduğunun mesajını veriyorsunuz. Kitaplarınızda öğreticiliği önemser misiniz?
Hayır. Yalnızca bildiklerimi, sevdiğim şeyleri ve özellikle de bu çağda görmeyi, duymayı, hissetmeyi unuttuğumuz şeyleri çocuklara ve hatta yetişkinlere kendi hikâyelerim yoluyla aktarmayı önemsiyorum. Bu yüzden, az önceki soruda da söylediğim gibi planlı başlamıyor benim hikâyelerim. Hatta kitaplarım hakkında yazılan kritikleri okuduğumda hikâyelerimin içinden çıkardıkları mesajları görünce şaşırıyorum bazen. Bazıları benim hiç aklıma bile gelmemiş oluyor. Bir şeyi öğütlemek yerine, bunu karşınızdakine gerçekliğini yaşatarak sağlamlaştırırsınız.

Ben her zaman buna inanırım. “Doğrusu budur” çocuklara söylenecek en son şey olmalı. Çocukların doğrularını bulmaları için, uzaktan takip ederek, belki anlamaya çalışarak, hatta deneyimleyerek yanlarında olmak, onların ufkunu sınırsızlaştırır bana göre. Bir şeyi öğretmeyi, çocuklara iyi huylar kazandırmayı amaçlayan kitaplar çokça var. Benim işim ise yalnızca anlatmak galiba. Çocuklara güzel şeyler bırakabiliyorsam anlattıklarımla, bu tüm kalbim ve samimiyetimle içimden geldiği içindir. Onların hafızalarında kalıcı olan ben değil, karakterlerim olursa başarmışım demektir.
Çocuklar için yazmanını zorlukları, kolaylıkları nelerdir?
Zorluk ya da kolaylık bir yana, benim en çok dikkat ettiğim konu dil. Türkçe çok zengin ve müthiş tınısı olan bir dil. Günümüzde ne yazık ki, elli sözcükle konuşan bir topluma dönüştüğümüz için, ben olabildiğince çocukların akıcı ve müzikal metinlerle karşılaşmalarını sağlamaya çalışıyorum. Okuduğunuz metinde dil ne kadar sağlamsa, anlatım ne kadar “edebi” ise, kitap da o kadar “ebedi” olur.
‘HEM MÜZİK YAPIYOR, BİR YANDAN DA YAZIYORUM’
Viyola eğitmenliği yaptığınızı biliyoruz. Müzikle olan ilişkiniz nedir? Kendinizi müzisyen olarak mı yoksa yazar olarak mı tanımlarsınız?
Ben İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Viyola Bölümü mezunuyum. Müzisyenim ama bu benim yalnızca işim değil, hayatım. Ben 11 yaşında viyolaya başladım. O yaşımdan bu yana müzikle iç içeyim. Her iki işimi de tam zamanlı yapıyorum, müzik de, yazmak da ayırabileceğim işler değil, çünkü ben böyle yaşıyorum. MSGSÜ İstanbul Devlet Konservatuarı’nda öğretim görevlisiyim, sanatta yeterliliğimi bitirmek üzereyim. Aynı zamanda orkestra ve oda müziği sanatçısıyım. Yıl içinde pek çok konser salonunda konserlerim oluyor. Yani hem müzik yapıyor, bir yandan da yazıyorum.
İlk kitabınız, Sihirli Mozart’ı, Mozart Küçük Dahi: Gençlik Müzikali adıyla oyunlaştırdınız ve İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nin 2013-2014 sezonunda sahnelendi. Tiyatroya olan ilginiz nedir? Oyunlaştırmayı düşündüğünüz başka kitaplarınız var mı?
Metinlerimi oyunlaştırmayı düşünmüyorum artık. Çünkü benim kafamdaki şey birebir sahne üzerinde gördüğümle örtüşmüyor. Çok Evin Yok Kedisi için bir proje var ama sahne üzerinde olmayacak. İpucu vermeyeceğim tabii ki.
Farklı yaş grupları için yeni öyküler, romanlar gelecek mi?
Bir gençlik romanı var uzun zamandır tamamlanmayı bekleyen. Metnin yarısından çoğu yazıldı ama ben kendim ikna olana kadar beklemede olacak. Müzik dışında yazıyorum artık, bir iki biyografi daha olacak, sonrasını bilmiyorum. Göreceğiz hep birlikte.
Bu röportaj 19 Kasım 2017 tarihinde Gazete Duvar'da yayınlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İKSV Kültür Sanat Kart Sahibi Gençler İle Fazıl Say Konseri

İKSV’nin düzenlediği etkinliklere gençlerin doyasıya gidebilmeleri için verilen ‘’Kültür Sanat Kart’’ sahibi gençler ile Fazıl Say konserinin hemen öncesinde buluştuk.  Daha sonra 15 Haziran tarihinde, 45.İstanbul Müzik Festivali kapsamında, Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı’nda gerçekleşen konserin yolunu tuttuk. Kültür Sanat Kart, İKSV’nin düzenlediği festivallere, eğitim hayatını sürdüren üniversite öğrencilerinin gidebilmeleri için, 250 lira yüklenmiş olarak verilen ve çekiliş sonucunda 1000 öğrenciye ulaştırılan karttır.  Şimdi gelin o gün, Fazıl Say konserini seçen, konser öncesi İKSV ekibi ve Yekta Kopan ile kültür-sanattan, hayattan konuşmak için buluştuğumuz şanslı kart sahipleri gençleri daha yakından tanıyalım. İstanbul’a 2 yıl önce Van Erciş’ten üniversite eğitimi için gelen Rojda Zörer , İstanbul Üniversitesi’nde Felsefe okuyor. Ailesi aslen Ardahanlı olan Emre Ağdemir , İstanbul Sultangazi’de ailesiyle birlikte yaşıyor. İstanbul Tıp Fakültesi

DasDas'tan Joseph K.

İçinden çıkılmaz döngü Franz Kafka’nın Dava’sının  21.yüzyıl uyarlaması olan Joseph K. İngiliz yazar Tom Basden tarafından kaleme alınmış, Türkçe’ye de İlksen Başarır tarafından çevrilmiş. Oyunda Joseph K. karakterini Mert Fırat canlandırıyor diğer oyuncular ise  Didem Balçın, Onur Dilber ve Özgün Aydın . Mert Fırat dışındaki diğer üç oyuncu dış görüntülerinde ve ses tonlarında sadece birkaç değişiklik yaparak birçok farklı karaktere muazzam bir şekilde bürünüyor. Joseph K. bir bankada üst düzey yöneticidir.  Otuzuncu yaş gününün olduğu zaman evinde sporunu yaparken ve sipariş ettiği pizzasını beklerken iki kişi gelir ve Bay K.'ya tutuklu olduğunu söyler. Bay K. ilk başlarda panik halinde ve şaşkın bir şekilde durumu anlamaya çalışır hatta sonraları kamera şakası olduğunu düşünür ancak durum düşündüğü kadar basit olmayan bir döngüye sokar onu. Artık sebebini bilmediği bir girdabın içindedir. Bay K. daha sonra birçok kapıyı çalar ancak karşılaştığı bütün karakterler abs

Senaryonun Üstadı Robert McKee İstanbul’daydı.

Bu yıl 10-18 Kasım tarihleri arasında düzenlenen 4. Uluslararası Boğaziçi Film Festivali, Hollywood’un teorisyeni olarak bilinen Robert McKee’yi ağırladı. İstanbul Medya Akademisi ve Uluslararası Boğaziçi Sinema Derneği’nin düzenlediği 4. Boğaziçi Film Festivali’ne, 16-18 Kasım tarihleri arası senaristlerin el kitabı olarak bilinen “Story” kitabının yazarı Robert McKee konuk oldu. McKee, 3 gün boyunca Haliç Kongre Merkezi’nde gerçekleşen “GENRE Seminar/ Tür Semineri”nde ilk gün “Tv/Dizi”, ikinci gün “Aksiyon/Gerilim” ve son gün “Komedi” başlıkları adı altında konuştu. Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencileri olarak bizler de Robert McKee’nin “Tür Semineri”ndeydik. İlk oturumu 16 Kasım’da gerçekleşen seminerde McKee, “Tv/Dizi” başlığı kapsamında dizilerin altı türü, çatışma düzeyleri, dizi varyasyonları, karakter örgüleri, karakter tasarımı gibi teorik kavramlardan bahsetti. Daha sonra seminere, dünyaca ünlü “Breaking Bad”, “24” gibi dizilerin üzerinden analizl