Ayşegül Kocabıçak ile Hep Kitap etiketiyle okuyucuyla buluşan Run Gülüzar Run
isimli romanı üzerine konuştuk. Kocabıçak, “Anları kaydetmek, günden kalanları
biriktirip yıllar sonra göze getirmek, hem geçmişi anmak hem kişisel tarihini
belgelemek gibi. Geçmişi hatırlamak, yaşadığımız anın farkındalığını artırıyor
bence. Bir kız çocuğu nasıl yetişkin oluyor ve neden bunu görmezden geliyoruz?
Bunu düşündürmek istedim…” dedi.
Bizi
ilk olarak, 2013 yılında edebiyat dergilerinde yayımlanan öyküleriyle, daha
sonra Aşk Bu isimli
denemelerden oluşan kitabıyla selamlayan Kocabıçak, 2015 yılına geldiğimizde Dilsiz
Annelerin Sessiz Çocukları öykü kitabı, sonrasında ise Ben
Söylemem Sen Anla ismindeki ikinci öykü kitabıyla
edebiyatımızdaki yerini sağlamlaştırdı. Şimdilerde ise Run Gülüzar Run romanı
ile birlikte bizi kucaklıyor. Run Gülüzar Run haftasonu raflardaki yerini
alacak.
Kitabın yazım süreci nasıl oluştu?
Yaklaşık
üç yıl önce yolum Bursa’ya düştü. Günübirlik gitmiştim ve tüm gün neredeyse hiç
araç kullanmadan şehri dolaştım. İlk dikkatimi çeken, neredeyse her sokakta
türbelerin olmasıydı. Hatta sokak aralarında kime ait olduğu belli olmayan mezarlar
vardı. “Bu şehirde yaşayan çocuklar bunca mezar taşıyla nasıl baş eder?” diye
düşündüm. Hüzün verdi bana Bursa. Sonra çocukların sevinçleri de, hüzünleri de
bizim gözümüzle görmediğini düşünüp kendimi rahatlatmaya çalıştım ama Bursa’nın
mezar taşları aklımdan çıkmadı.
Bir
süre sonra ilk parçayı yazıverdim. O zamanlar sadece bir öykü olarak kalacaktı
ama sonrasında Bursa da, Gülüzar da yakamı bırakmadı işte!
‘GÖRDÜĞÜ
HER ŞEYİ SORGULAMAK BAŞ GÖREVİ’
Yazdığı
günlüklerle ve Semra Abla’sından aldığı kitaplarla hayata tutunan, onlardan
cesaret ve güç alan bir genç kız Gülüzar. “Kelimeler beni alıp götürüyor.
Yaşadığım evden, bu mahalleden, Bursa’dan, babaannemden, türbelerden,
camilerden, mırıl mırıl dualardan çok uzaklara götürüyor” diyor günlüğünün bir
yerinde. Sizden dinleyelim istiyorum Gülüzar’ı.
Gülüzar kabına sığmayan biri. Gördüğü her şeyi sorgulamak baş görevi. Nedenleri
niçinleri bitmeyen, ona verilenle yetinmeyen bir kız. Yaşadığı dünyaya ait
değil, başka türlüsünü de bilmiyor ama “başka bir dünya” olduğundan emin.
Yaşadığı çelişkilerden doğan sancılarını, yaptığı muzipliklerle dindirmeye
çalışıyor ama aslında mutsuz. Nahif, hassas ve farkında bir çocuk. En çok
farkında olmak yaralıyor onu ve en çok da bu yüzden arayışları bitmiyor.
Gülüzar
ile birlikte bir döneme tanıklık ediyoruz bu kitapta. 80’lere 90’lara… Kitapta,
MFÖ, “Süper Baba”, Leman dergisi, Zeki Müren, Tansu Çiller, Erbakan gibi
isimler çokça geçiyor, onlar geçtikçe depreşiyor eskiler. Eski komşulukları,
aile yapılarını, o döneme damga vurmuş dizileri, sanatçıları anımsıyoruz. Sizi
en çok etkileyen olaylar hangileri?
Dönem
yazmak zormuş bir kere! Onu baştan söyleyeyim. Gülüzar’ın yaşını, yaşına göre
bilmesi gerekenleri ve o dönemin sosyokültürel-siyasi olaylarını bir arada
verebilmek için ciddi bir araştırma yapmam gerektirdi. Döneme
ait en çok ses getiren, toplumda etkisi olan olayları Gülüzar’a yaşatmaya
çalıştım aslında ama en çok etkilendiğim “Sakallı Bebek Doğdu” olayı olabilir
ve tabii Gülüzar’ın Gökhan’a duyduğu aşk da yazmaktan en çok keyif aldığım
bölümler arasına giriyor.
Gülüzar
yazdığı günlüklerle tutunuyor hayata ve onlara sımsıkı sarılıyor. Kitapta
“Sevgilim Günlük” diye başlıyor hatta bir yazısına. “Sevgilim gibisin. Seninle
yatıp seninle kalkıyorum. Kâh yatağımın içinde, kâh yastığımın altındasın.
Yazarken babam gelirse üstüne yatıyorum ya da koynuma sokuyorum seni.
Kimselerle paylaşamayacağım şeyleri sen biliyorsun. Sırdaşım, yoldaşım,
candaşımsın” diye devam ediyor. Günlük tutmayı ve onu sürekli hale
getirebiliyor olmayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Daha
geçen hafta taşınma arasında, kızımın ilkokul günlüğü elimize geçti. Ben evin
içinde koştururken o peşimde, “Anne bunu da dinlemelisin!” deyip kahkahalar
atarak, günlüğünden benim duymamda sakınca görmediği bölümleri okudu. Beraberce
çok güldük tabii, onun o yaşlarına ve o zamanlar yaşadığımız anlara gittik.
Sonra baktım arada dalıp gidiyor, bazı bölümleri okurken. Kendine saklıyor o
bölümleri.
Bunu neden anlattım? Sorunun cevabı bu kısa anekdot aslında. Anları kaydetmek, günden kalanları biriktirip yıllar sonra göze getirmek, hem geçmişi anmak hem kişisel tarihini belgelemek gibi. Şimdiki çocuklar çok vakit ayıramıyorlar belki ama benim için değerli. Geçmişi hatırlamak, yaşadığımız anın farkındalığını artırıyor bence.
Bunu neden anlattım? Sorunun cevabı bu kısa anekdot aslında. Anları kaydetmek, günden kalanları biriktirip yıllar sonra göze getirmek, hem geçmişi anmak hem kişisel tarihini belgelemek gibi. Şimdiki çocuklar çok vakit ayıramıyorlar belki ama benim için değerli. Geçmişi hatırlamak, yaşadığımız anın farkındalığını artırıyor bence.
Çocuklar bir ailede görmezden gelinebiliyor ama aslında en çok
yara alan onlar oluyor. Siz geçmiş öykülerinizde de, bu romanınızda da hayata
yenik başlamış yalnız çocukları, dayak yiyen anneleri, mutsuz evlilikleri,
toplum tarafından görmezden gelinen istismarları, ince ince işliyorsunuz. Peki,
bir çocuğun dilinden hikâye kurmanın zorlukları nelerdir? Üslupta nelere dikkat
ediyorsunuz?
Öncelikle
çocuk dili benim için zor değil. Neden değil? Bilmiyorum. Anne olmam, çevremde
çok çocuk olması, çocukları izleyip empati yapmayı günlük hayatımda oyun haline
getirmiş olmam, bunların tümü etken olabilir. Ya da çocuklara kıyamamam! Onlara
yapılan her türlü haksızlığı bir şekilde görünür kılmak istemem. Bilemiyorum
işte!
Çocuğun
dilini belirlerken anne babasını düşlüyorum önce. Anne baba kimdir? Eğitim
durumları, sosyal konumları, dünya görüşleri… Her çocuk anne babasından izler
taşır çünkü. Onlar nasıl insanlar? O ortamda büyüyen çocuk neleri görür, neleri
ister, neleri özler, nelerin farkındadır ya da değildir? Anne baba hikâyede hiç
yer almasa bile yazacağım çocuğu düşünürken, onu gözümde ete kemiğe
büründürmeden önce ailesini mutlaka düşünüyorum. Dil ve üslup kendiliğinden
yerleşiyor o zaman.
‘SÖZCÜKLERDEN OLUŞAN
ÇOK KÜÇÜK BİR DÜNYAM VAR’
Ankara için, “Kadın
olarak ne gecesini ne gündüzünü istediğim gibi yaşamama imkân yok” demiştiniz.
Bize biraz Ankaralılığı, Ankara’da yazar olmayı anlatır mısınız?
Ankara… Hele son
yıllarda! Doğma büyüme yedi sülaleden Ankaralıyım. Ve başka bir yerde hiç
yaşamadım. Daha ne kadar bu gri ve resmi şehirde yaşayacağımı da bilmiyorum
maalesef ama Ankara’da her şey zor, gitgide daha da zorlaşıyor. Ankara memur
şehri derler hep. Ankara memurların yaşadığı kocaman bir tiyatro perdesi sanki.
Sabah kalkıp, tüm gün size biçilen rolü oynayıp, tedirgin yüzler arasında akşam
evinize çekilip, kapınızı kilitleyip, perdelerinizi sıkıca örttükten sonra
ancak ailenizle ve üç beş yakın akraba ya da eş-dostla gün tüketilen bir şehir.
Yazılarımın
yayımlanmaya başladığı yıllarda Öykü Günleri Derneği vardı. Sevgili Özcan
Karabulut sayesinde Ankara’nın griliğinden kaçıp öykülerin ve öykücülerin
arasına sığınabildiğim çok güzel, küçük, sıcak bir mekândı. Benim kendimi
geliştirmemde, nefes almamda, yazan insanlarla, iyi okurlarla tanışmamda önemli
bir yeri vardı derneğin. Artık yok. Dernek kapanınca Ankara’nın edebiyat
anlamında var olmaya çalışan kıpırdanışları da son buldu sanki. Belki de dışarıda
sürekli birbiriyle görüşüp vakit geçiren kocaman bir edebiyatçılar dünyası
olabilir, benim bilmediğim. Çünkü ben uzak biriyim. Ev-iş-çocuklar, okumam
gerekenler ve yazmazsam beynimi kanatırcasına tırmalayan sözcüklerden oluşan
çok küçük bir dünyam var.
Gülüzar’ın çocukluktan
yetişkinliğe geçiş hikâyesini ve bu süredeki değişimini-gelişimini günlük
tutarak anlattığı ve size geçen gerçek bir hikâye bu. Üç yılda çözümleyip
temize çektiğiniz bir günlükten oluşan kitap, Run Gülüzar Run… Girişte,
okurlarınıza koca bavuldan oluşan günlüklerin bu tek kitapla sınırlı
olmayacağının, devamının geleceğinin de müjdesini veriyorsunuz. Okurlarınızı bu
kitapta ve devamında neler bekliyor? Okurlarınızda bu kitapla birlikte nasıl
bir etki yaratmayı düşünüyorsunuz?
Gülüzar tamamı kurgu
bir roman. Gerçekmiş gibi olabilmesi için gerçek olduğunun altını çizmek
istedik. Evet devamı da gelebilir. Bu tamamen bana ve okura bağlı. Gülüzar’ı
anlamaya çalışsınlar istiyorum. Onun sorularını, sorgulamalarını ve
çelişkilerini anlamaya çalışsınlar. Türkiye’de kadın olmak, hiç olmamak gibi.
Bir kız çocuğu nasıl yetişkin oluyor ve neden bunu görmezden geliyoruz? Bunu
düşündürmek istedim…
‘HEM MAHİR HEM OYLUM BANA CAN OLDULAR’
Kitabın yazım sürecinde Mahir Ünsal Eriş ile bir yol arkadaşlığı
yaptınız. Bu dostluk edebiyatla nasıl buluştu?
Mahir
ve Oylum’la birkaç yıl önce Ankara Öykü Günleri’nde “yüz yüze” tanıştık. Onun
öncesinde benim ilk öykü kitabım henüz dosyayken, hiç tanışmadığımız halde,
sadece çok sevdiğim bir yazar olduğu için düşüncelerini almak için, sosyal
medya üzerinden Mahir’e göndermiştim, o da vakit ayırıp okumuş ve bana cevap
vermişti. Kitapsız bir yazan için, sevdiği bir yazarın bu davranışından daha
büyük mutluluk olabilir mi?
Sonrasında
İstanbul TÜYAP’ta karşılaştık. Ben ona Gülüzar’dan bahsettim, o da her zamanki
gibi yardımcı olabileceğinden… Hatta öyküleri romana evriltmek de onun
fikriydi. O olmasa belki de üç beş tane yazıp bırakırdım.
Vee…
Tam iki yıl beraber çalıştık. Tüm bölümleri ilk elden okuyan, değerlendiren, düzelten
hep Mahir oldu. Edebiyat dünyasında böyle gönlü güzel başka kaç insan vardır
bilmiyorum ama hem Mahir hem Oylum benim için her başlangıcımda can oldular.
Edebi
hayatınıza nasıl devam etmeyi düşünüyorsunuz? Daha çok bir öykücü olarak mı,
yoksa romancı olarak mı devam edeceksiniz?
Öykü
yazmaya devam ediyorum. Denemeler de. Ve daha başı sonu aşağı yukarı belli
olmaya başlamış, üzerinde epeyce çalışılması gereken yeni bir roman denemesi de
var elimde ama neler olur bilemiyorum. Belki öykü, belki roman, belki hiçbiri.
Beş yıl önce basılı bir kitabım olacağını söyleseler güler geçerdim, yarını da
tahmin edemiyorum. Bu ülkede yarını düşünmek de ayrı bir yetenek artık, bende
olmayan!
Özenli
sorularınız için çok teşekkür ederim.
Bu röportaj 14 Eylül 2017 tarihinde gazeteduvar.com.tr/kitap adresinde yayınlanmıştır.
https://www.gazeteduvar.com.tr/kitap/2017/09/14/aysegul-kocabicak-guluzar-yakami-birakmadi/
https://www.gazeteduvar.com.tr/kitap/2017/09/14/aysegul-kocabicak-guluzar-yakami-birakmadi/
Yorumlar
Yorum Gönder